Yıllar, yıllar içinde ateş içinde buzlar gördüm. Merhamet diye diye gaddarlaşan, halkım, milletim, devletim diye diye tamamen kalbi sönen adamlar gördüm. Hoca kisvesinde cahiller, profesör kisvesinde karanlık gölgeler gördüm. Nice uzaktan sevilecekler vardı ki yakından gördüm. Naif adamın içinde granit, mermer görünümlü kartonları seyrettim. Bolca pazarlamacı, ziyadesiyle taklacı, epeyce gözboyamacı gözledim. Az da olsa sessiz, sakin, gösterişsiz derin ırmaklar temaşa ettim. Bir vadiyi sularken bile sükuti idiler. Ah ki ben neler ettim: Baktım lakin göremedim, gördüm lakin bilemedim.
Yusuf Ö. Özburun
Son zamanlarda bizi hayretler içinde bırakacak, düşündürecek, akla hayale gelmedik olaylar, insan davranışlarıyla karşılaşıyor, önce şaşırıyor sonra alışıyoruz. Hem aklımızı hem sağlığımızı meşgul ve tehdit eden Koronavirüsü gibi. Alışılan herşey zamanla normalleşiyor gözümüzde, akla karayı seçmekte zorlanıyoruz. Hala öğrenemediklerimiz var şu hayatta. Öğrenmek bir yana, daha paylaşamadıklarımız ve hatta konuşamadıklarımız… Bildiğimiz kadar unuttuklarımız, ilgilendiğimiz kadar ihmal ettiklerimiz, hatalarımız, hatada ısrarlarımız…
Oysa yüce Allah, „Biz insanı en güzel biçimde yarattık!„ derken, onu ahlak ve ilimle donattığını, kendi ve dünya sorumluluğunu taşıyacak güç ve akılda olduğunu, hal, hareket ve söz eylemlerinin dozajını belirleyecek kapasiteye sahip olduğunu, yaptıkları ve yapacaklarıyla, yaratılanların ulaşabileceği en üstün dereceye de, en alt tabakaya da düşebilme tehlikesi olduğunu vurguluyor…
Doğruları ve adaleti savunanların yok denecak kadar azaldığı, hakkı ve hakikati savunmanın çok zorlaştığı bir zamanda yaşıyoruz. İnsanoğlu, az da olsa menfaati olduğu bir işte, haksızlığa karşı sustuğu an kaybetti. Ya da karşısındakini kırıp dökersem diye, saygı zannettiği suskunlukların esiri oldu…
“Biz konuşamıyoruz!“ derken tam da bunu kastetmiştim. İnsan, ya korkudan ve ümitsizlikten susturuldu, ya da menfaati gereği kendi sustu. Yüksek bir pozisyonda bulunan kendini her konuda haklı gördü, gösterildi. Gerek ailede, gerek toplumda, gerekse siyasette ve ülkeler arası platformda durum değişmedi. Hep bir üst tabaka, kaymak teba, ve altında ezilen, büyük bir alt tabaka kitlesi oldu. Gücün verdiği hırs, güç kaybetmenin verdiği kaygıyla, insanlar canileşti. Sesini biraz yükselten, sözüm ona hakkını arayan ötelendi, ötekileştirildi, toplum dışına itildi, konuşturulmadı!…
Cehalet ölümdü ve biz ölümle hayat arasında bir çizgide yaşadık yıllarca!
İç dünyamızda, kendimizden başka derdimiz olmadı şu güne kadar. Çünkü, kendisiyle başa çıkamayan insan, karşısındakini sözleriyle etkilemeye, tabiri caizse altetmeye çalışır.
Son zamanlarda güç ve üstünlük yarışı hakim tüm dünyada; evde, işyerinde, medyada, televizyonlarda, sanal dünyada hüküm sürmekte. İçinde bulunduğumuz pandemi döneminde, kendi yalnızlığımızda kaybolurken bile, sosyal medya aracılığı ile her kesimden insanla görüşme imkânımız oluyor. Avantajları olduğu kadar dezavantajları da olan bir durum bu. Uzun uzun düşünmemiz gereken yerde, uzun ve boş cümleler kuruyor, suya sabuna dokunamıyoruz. Konuşurken/yazarken detaylara çok giriyor sonra çıkışı bulamıyoruz. Hal böyle olunca detaylarda boğulmak- tan, asıl konuya giremeden, tartışma alevleniyor. Ardından gelsin, bilmiş konuşmalar ve hakaretler, muhatabı hiçe saymalar… (Son zamanlarda Viyana ve Fransa’daki terör olayları sonrasındaki, basın haberleri ve tartışmalarda olduğu gibi)
Tartışma kavgaya dönüşüyor, gönüller kırgın ve kızgın, bir türlü çözüme ulaşamıyoruz. Halbuki konuşmada, tartışmada gaye, fikirlerin en güzel ve doğru olanını bulabilme, konuşarak sorunları halletmek değil miydi?
Ahlaki ya da psikolojik sorunları olanlarla, önemli konular konuşulamaz ve tartışılamaz!
Tartışmanın da bir kültürü var elbette. Konuşanı bölmeden, yargılamadan sonuna kadar dinleyebilmek. Sözleri boşa sarfetmeden, eğip bükmeden, düşünerek, muhatabın anlayacağı sade bir dil, anlaşılır bir üslup ve duyacağı bir ses tonuyla konuşmak. Ortamı gerecek, tartışmayı kavgaya dönüştürecek her türlü hal, hareket ve tavırdan, dudak büküp göz süzmeden, aşağılamadan tartışmak ki, ‘toplum olarak en çok ihlal ettiğimiz bir durum’.
Bildiğim tek şey, farklı coğrafyalarda yaşasak ta, bizde değişmeyen; üstünlük yarışı ve önyargılar oldukça, sağlıklı konuşma ve tartışma kültüründen çok uzak kalacağız, ne yazık ki!
Karşı tarafı dinlemek, önemsemek insanlık gereği erdemdir, saygıdır. Ama savunduğu fikre katılıp katılmamak size aittir.