Büyüyünce Ne Olacaksın?
Çocukların meslek seçimi veya eğitim süreçlerinde yöneldikleri bölümler ebeveynler için hiç şüphesiz önemli bir konudur.
Peki bu seçimler ve yönlendirmeler hangi faktörlere göre yapılıyor, genelde hangi önemli kriterler göz ardı ediliyor?
Bu noktada hepimizin aşina olduğu „doktordan ikinci el araba“ deyimi bence bahsettiğim yanlış yönlendirmeler için güzel bir örnek.
Toplumumuzda İkinci el araba ilanlarını bile taşıyacak kadar prestij sahibi meslek grupları vardır, doktorluk, avukatlık ve mühendislik burada akla ilk gelenler arasında.
Hiç şüphesiz ki hepsi de birbirinden değerli bilim alanları ve meslekler, fakat her insan için doğru seçim değil.
Konumuz da tam olarak bu.
Anne-baba ve toplum tarafından bir eğitime yönlendirilen çocuğun ilgi alanı ve becerisi, kriterler listesinde ne yazık ki mesleğin prestiji ve akıllardaki iş imkanlarından daha alt sıralarda yer alıyor genelde.
Son yıllarda diasporada yaşadığımız ve çoğunlukla Türk ve Müslüman azınlık üzerinden yürütülen ırkçı siyaset bir faktöre daha ışık tutuyor:
Yaşadığımız toplumun hangi meslek gruplarına, hangi bilim alanlarına ihtiyacı var? Hangi alanlarda ne eksiklikler var ve biz bunu ayrıcalıklarımızla nasıl doldurabiliriz?
Burada ayrıcalıktan kast ettiğim, iki kültür ve iki dil ile büyümüş olmanın avantajı.
Genel toplum ve azınlıkların ortak alanlarında cereyan eden olası krizlere, doğru zamanda müdahale edebilmek için en uygun alt yapıya sahibiz aslında-doğru eğitim ile harmanlandığı takdirde.
Bu profile uyacak ve toplumumuzun her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğu meslek gruplarından bir tanesi sosyal işçiler.
Elbette bu meslek grubu hali hazırda mevcut, fakat gerekli kültürel hassasiyetler ve bahsettiğim kültürler arası tercümanlık becerisi, kesinlikle yok denecek kadar eksik.
Özellikle iki kültür ile büyüyen ve yaşayan, etnik kökeni veya dininden dolayı burada olumsuz tecrübeler edinen, farklı alanlarda ırkçılığa uğrayan bir genç ile, bunları hiç tecrübe etmemiş bir sosyal işçi ne kadar iyi empati kurabilir?
Diğer tarafta aynı veya çok benzer olumsuzlukları hayatında yaşamış, zaman zaman iki dünya arasında köprüler kurmayı öğrenmiş bir insan, onunla gerekli empatiyi daha kolay kurabilir.
Bu bağ benzer tecrübelerden, aynı kültürel dili konuşmaktan kaynaklanır ve okullarda öğretilemez.
Bunun bir zenginlik ve bir yetenek olarak algılanması gerekir, hem azınlıklar arasında hem de genel toplum tarafından.
Var olan bir potansiyeli köreltmek yerine onun farkında olmamız gerekir.
Genel olarak sosyoloji ve siyaset gibi bölümler, üniversite eğitimi almaya karar vermiş gençlerin aileleri için pek revaçta olmayan bölümler.
Fakat bu meslekler toplumsal sorunlarda çok önemli roller oynamaktalar. Yani üniversitede başarılı bir gelecek için tek seçeneğin hukuk veya mühendislik olduğu algısı değişmeli.
Daha önemlisi, iyi bir eğitim almanın tek yolu üniversite değildir ve geleceğe dair bir garanti de değildir.
Institut für höhere Schulen (IHS) araştırmalarına göre, devlet üniversitelerinde bir bölüme başladıktan 7 yıl sonra sadece her ikinci öğrenci mezun olabiliyor. Yüksek meslek ve Yüksek pedagoji okullarında (FH ve PH) ise bu oran her dört kişiden üçü olarak artmakta.
Üniversiteden veya Yüksek meslek okulundan önce ise, okuduğu bölüm ile alakalı bir meslek okulundan mezun olan öğrencilerin mezun olma şansları çok daha yüksek.
Toplumumuzda bazı tabuları yıkmalıyız.
Üniversite mi meslek okulu ve sonrasında iş hayatı mı? sorusunun dışına çıktığımızda aslında bir çok farklı olanakların mevcut olduğunu fark edeceğiz.
Çocuklarımızı bir mesleğin prestijine göre değil, onların becerilerine ve toplumun ihtiyaç duyduğu alanlara yöneltelim.
Müslüman ve Türk azınlığı olarak sürekli bizim üzerimizden siyasi polemikler yürütülürken dışarıdan izlemeyelim. Kendi adımıza konuşacak ehil insanların eğitimini destekleyelim. Bir sosyal işçinin, bir pedagogun veya araştırmalar yürüten bir sosyoloğun değerini bilelim.
“Büyüyünce ne olacaksın?“ sorusuna öz güvenli bir şekilde ilgi ve becerilerine yönelik cevaplar verebilecek çocuklarımız olsun…