YAZARLAR

DİN VE TOPLUM AHLAKI

Eğitim hayatımda önemli yeri olan, saygı duyduğum, ahlak, ilim ve samimiyetine değer verdiğim ilkokul  öğretmenimin isteği üzerine bu makaleyi yazmaya karar verdim. Bir önceki konumuzun bir uzantısı olarak düşünelim:

Tarihi bilgilerimizi şöyle bir yoklarsak, ilk İslam devletinin Medine’de kurulduğunu ve Peygamber efendimizin ilk 10 yıl içerisinde devletin temel kurallarını tevhid inancına göre şekillendirdiğini görürüz. Yahudi ve Arap kabileleri arasında yapılan anlaşmalara baktığımızda insan ve adalet bazında ayrımcılığa rastlanmaz. Yönetimde aynı hak ve hukuka sahip olan azınlıklar, din ve geleneklerini özgürce yaşarken, tehlike karşısında birlikte hareket etmişlerdi. Çok uluslu milletlerden oluşan toplumların, dini, dili, kökeni ne olursa olsun, barış içinde yaşayabilecekleri tarihte görülmüştür. Ne zaman ki, toplumda ayrımcılık, adaletsizlik baş göstermiş, işte o zaman sorunlar başlamış, iç karışıklıklar ve savaşlar, kadim medeniyetleri bir anda yerle yeksan etmiştir.

İslam yönetim anlayışında, adaletin en ücra yerlere kadar ulaştırılması, ilahi bir sorumluluk olduğundan, İslamın 2. Halifesi H.z Ömer: „Fırat ve Dicle kenarında bir oğlak kaybolsa, korkarım ki Allah onu Ömer’den sorar!“ diyerek, bu sorumluluk bilincine dikkat çeker.

„Allah, insanlar üzerinde hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder.!“ (Nisa 58).

İslam, halkın temek hak ve hürriyetlerini koruyup, fırsat ve kanun karşısında eşitliği emrederken, zulmü ve haksızlığı şiddetle reddeder.

Şeyh Edebali : „İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın!“ derken, toplumun temel taşları olan şahısların hak ve hukukunun korunmasını kasteder. İslam dininde yönetim bir amaç değil, araçtır. Yönetecek kişilerin yönetilecekler tarafından hür iradeyle seçilmesi, yöneticinin alacağı görevi hakkıyla yerine getirebilecek donanıma sahip olması, aldığı görevin emanet olduğunu bilmesi, kanunlar karşısında herkesi adaletle yönetmesi, alacağı kararları istişare sonucu alması esastır. Bu ilkeye göre insan, kendi aleyhinde olsa bile adaletten asla ayrılmamalıdır.

Her binanın bir temeli vardır ve dinin temeli de güzel ahlak ve doğru davranıştır.

Hak ve adaleti gerçek hayatta dikkate almayan insanların yaşadığı ülkeler çok yönlü kayıptadır. Toplum ahlakı denince akla gelenler: İyiliklere karşılık vermek, aileye destek olmak, insanlara saygılı olmak, çalışarak üretip, hakça bölüşmek, başkalarının mahremiyetine saygı göstermek, birlik ve beraberlik içinde ortak karar alabilmek, farklı fikirlere saygı göstermek  gelir.

Her din, içinde bulunduğu topluma göre şekillenir, yeniden yorumlanır. Bizde durum aynıdır ve toplumun geçirdiği değişim sayesinde din, bazı noktalarda çok farklı boyutlara gelip, asıl gayesinin dışında bambaşka bir kimliğe bürünmüştür. Batı medeniyetinin temelini, Yunan felsefesi ve Roma hukuku oluşturur. Romalı bir Yahudi olan Paulus doğu kökenli Hristiyanlığı Roma hukukuyla yeniden yorumlayıp kilisenin emrine sunmuş ve bunun meyvelerini asırlarca yemişlerdir. Ta ki yine içlerinden biri insanları uyandırana dek (Martin Luther). Hikâyenin devamında, dağılan, parçalanan, sonra tekrar yeniden yorumlanan bugünkü Avrupa hukuku oluşmuş ve her yeni grup kendi kilisesini kurmuştur. Roma, Hristiyanlığın merkezi olmuş ve Hristiyanları aynı çatı altında toplama gayretini sürdürmektedir.

Biz burada bir parantez açıp, tekrar kendi hikâyemize dönersek karşımıza çıkan ilk konu İslam dininin zamanla, farklı coğrafyalarda farklı yorum ve yollardan geçtiğini ve günümüze kadar, farklı ülkelerde, farklı kültürle kaynaşarak yeni yol-mezheplere  ayrıldığını görürüz. Anadolu’da bizden önce yaşayan kavimlerin kırıntıları, Arap medeniyetinin uzantıları hala etkisini gösterir.

Bazıları için yenilikler, reformlar oldukça tehlikeli ve asla kabul görmez olsa da istem dışı değişikler olmuştur. Mesela, Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen ve İslamı kabul eden Türklerde hala şaman dininden kalan bazı adetler ve gelenekler görülür.

Mesela Hitit tapınak yazılarının birinde şöyle bir dua yer alır:

Tanrım! Beni yavaşlat!
Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir.
Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele…
Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükunetini ver,
Sinirlerim ve kaslarımdaki genişliği, belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka, götür.
Bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı, güzel bir köpeği okşamak için durmayı, bir kitaptan birkaç satır okumayı, balık tutmayı, hülyalara dalmayı öğret.
Ve hepsinden önemlisi…
Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için CESARET
Değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için SABIR
İkisi arasındaki farkı bilmek için AKIL ver!

Yaşadığımız çağda din-adalet-hak-hukuk kavramları toplumda nasıl yaşanmakta?
Aklın yolu bir olsa da, bu zamanda çoğunluk, kendi doğrularını dayatmakla kalmıyor, onaylatmakta ısrar ediyor. Gerek aile içinde gerekse toplumda çoğu, karşıdakini dinleyip anlama gayreti göstermeden, yargılamayı ve hatta kusur arayıp deşifre etmeyi marifet sayıyor. Nasıl oluyor bilmiyorum ama kimse kendi hatasını görmek istemiyor ve defolu egolarla yeryüzünde insan kılıfında dolaşıyor. Şahsi menfaatler toplum menfaaetlerinin önüne geçiyor. Üzülerek ifade etmeliyim ki, bu kadar güzel bir dine sahip olup, bu kadar ahlaki yozlaşmanın yaşandığı bir toplumda yaşamanın verdiği yükle gün be gün mücadele ediyoruz.

„Müslüman elinden ve dilinden emin olunan kimsedir“ hadisi acaba hangi Müslümanları kasteder?“ Hz. Muhammed’e (S.A.V) El-Emin (güvenilir) lakabını kimler ne sebeple vermiş? Bugün toplumda erkek çocuklarına en çok verilen isim Muhammed (çok sevilen-övülen) olmasına rağmen neden bu çocukların ahlaki yönü Peygamberi biraz olsun hatırlatmıyor?

Gönül ister ki, tabiata, çevreye, kendinden olana veya olmayana, hayvana, bitkiye, kısacası hayatın değdiği her yere ve herkese saygılı, öz değerlerinin farkında adil bir aile ve toplumda yaşayalım. Sadece adımız değil davranışlarımız inandığımız değerleri hatırlatsın. Maalesef insan olarak dünyaya gelmek yetmiyor, insan olarak yaşamak ve bu bilinçle gelecek nesillere güzel ahlak bırakmak en değerli miras olacakken, neden geçici dünya malı için kalıcı ahiret güzelliklerinden vazgeçiyor, dünya ve ahiret hayatını dengeleyemiyoruz? Neden ebeveynler çok sevdikleri çocukları arasında bile adaletli davranmıyor? Anne-baba dünyadan göçüp giderken, miras için kavga edecek belki de bir ömür birbirleriyle küs yaşayacak evlatlar bırakır arkasında?

İnsan düşünmeden edemiyor???

„İnsani güzel yapan yüzdür, yüzü güzel yapan gözdür. İnsanı insan yapan ağzından çıkan sözdür“ derken Mevlana
Peygamber efendimiz: „Din güzel ahlaktır ve ahlakı güzel olan insan her yaşta güzeldir“ der.
Hz.  Mevlana -Fihi Ma Fih-adlı  eserinde insan için şöyle der: „İnsan büyük bir şeydir, herşey onda yazılıdır, fakat perdeler ve karanlıklar kendisinde ışıldayan hazineleri keşfetmesine imkân vermezler.“

 

ähnliche Artikel

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert