Belki çok yakında, belki yıllar sonra ama herhangi bir zaman diliminde gerçekleşmesi dileğiyle, tüm zaman ve mekânlarda yaşanan acıların bir an önce son bulması duası ile, samimi ve pozitif duygularla, dünyaya umut olan, kimilerinin anası, kız kardeşi, kızı, eşi olan aramızda olan veya olmayan tüm kadınlar adına yazıyorum bu makaleyi. Ve biliyorum ki, hayalleri barış ve huzur dolu bir dünya, tek istedikleri adalet, saygı ve sevgi, biraz destek ve ilgi ile hayatı yaşanabilir kılmak.
Allah ilk insan Hz. Adem’i yarattığında, onu binlerce nimet ve emrinde sayısız melekle cennetine koyar. Herşeye rağmen kendini yalnız hisseden Ademe, bir eş, arkadaş, yoldaş olsun ve onda huzur bulsun diye ilk kadını Hz. Havva’yı yaratır. Birçoğunun hala inatla savunduğu gibi “Erkeğin kaburga kemiğinden“ değil kendi ruhundan yaratmıştır. Cenneti ayakları altına serdiği, güldüğünde güller açan, ağladığında gökkubbenin sarsıldığı varlık ta kadındır, anadır. Peygamberimizin dahi “Sizin en hayırlınız, eşlerine en iyi davrananınızdır“ diye emanet edip, tavsiyelerde bulunduğu, elleri öpülesi varlıklardan bahsediyorum…
Siz çaresiz değilsiniz, asıl çare sizsiniz!
Şu dünyayı yaşanabilir hale getiren nice kadınlar tanıdım, adları çok farklı, hikâyeleri çok tanıdık ve dertleri çok başkaydı. Ama herşeye rağmen umutlu ve çözüm odaklı, iyimser ve mağrur, güçlü ve sabırlıydılar.
İnandığı veya inandırıldığı değerler uğruna, ömrünü feda etmiş nice kadın tanıdım, çoğu kendi değerinin farkında bile değildi. Değersizlik hissi onlara daha doğar doğmaz verilmiş, kimi zaman diri diri toprağa layık görülmüş, kimi coğrafyalarda şeytan diye taşlanıp, yakılmışlardı. Aradan onlarca değil, binlerce yıl geçmesine rağmen, bazı şeyler kağıt üzerinde değişse bile, değişen çok şey olmamıştı hayatlarında. Çünkü “Kaderlerinde bu vardı ve alınlarına ne yazıldıysa o, ötesi yok!“ denilmiş, sistemli bir şekilde susturulmuşlardı. Hatta herşeye boyun eğmek, sanki dinin bir emriymiş gibi gösterilmiş, dini duyguları dahi törpülenmişti. Zaten onların yaptığı şeylerin çoğu ya ayıp, ya da günahtı. Velhasılı kadın olmak zordu bu coğrafyada. Hoş, kader konusu da yeterince anlaşılmamıştı ya, her neyse!
Hazır toplum demişken, dünyayı insana dar etme konusunda, toplumun değer yargıları uzunca bir müddet insanların yakasına yapışmış, adına: Adet, gelenek, görenek veya töre gibi yakıştırmalar eklenerek, zaten zor olan hayatı daha da zorlaştırmıştı. Çünkü zor durumda kalınca arkasına sığınılacak bahane lazımdı.
Hiç unutmam ilkokul 2. Sınıftayım. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında bir monolog okumuştum:
Anavatan var, babavatan yok!
Anayasa var, babayasa yok!
Anahtar var, babahtar yok!
Anayol var, babayol yok! diye devam eden…
İşin ilginç yanı, yine her zaman ki gibi annem, küçük kardeşlerimi yalnız bırakmamak için gelememiş, babam tek başına, aileyi temsilen gelmişti okula ☹
Sonraki yıllarda da durum fazla değişmedi… Okul müsamerelerinde ve karne günlerinde yine babam en ön koltuklara kurulur, aralarında milli eğitim bakanı, kaymakam, okul müdürünün de olduğu kalabalıkta, büyük bir gurur ve memnuniyetle izlerdi.
Ailede değişmez kurallar vardır ya, hani çocukların başarı ve doğrularını babalar üstlenirken, hata ve yanlışları anneye yüklenir. Yani kadın her alanda potansiyel suçlu hükmündedir. Ömrünün büyük bir bölümünü kendini aklamakla, kalan bölümünü iş bölümü yapsa dahi, yine herşeyi üstlenerek, ya da bilinen bilinmeyen tüm aile sırlarını örterek geçirir. Bir de son zamanların hiç bitmeyen akıl almaz kadın cinayetleri vardır ki, kanları dondurur. Savaş mağdurlarını, gördükleri muamaleyi veya cinsel istismarları saymadım bile….
Kadınlar, hayatının neredeyse büyük bir zaman dilimini mutfakta geçirirken, zaman ve mekâna hakim bir eda ile tüm ev işlerini halletmek için zamanla yarışır ve kazanmasına rağmen, hükmen kaybetmiş sayılır…
Bir de miras meseli vardır. Genellikle mirasın çoğu erkek evlada layık görülürken, yaşlanıp güçten düşünce kız evlat üstlenir ana-babanın bakımını. Şüphesiz istisnalar vardır ve kaideyi bozmazlar.
Toplumda kariyer yapmış kadına farklı, ev hanımına farklı, eğitimliye çok daha farklı bakılır. Kadın meslek sahibi değilse, evde yaptığı hiçbir iş kayda alınmaz “O çalışmıyor, ev hanımı“ denilir. Eğer bir yuva sıcaksa ve yüzler gülüyorsa ancak annenin şefkati sayesindedir. Modern toplumda kadın hem kariyer, hem de anneliği bir arada götürmek isteyince iki kat daha yıpranıyor gerçeği istatistiklerle sabit.
Dünyayı ancak bir kadın değiştirebilirdi ve öyle de oldu… Dünya üzerinde 25.000´den fazla üniversite bulunmakta ve ilk üniversiteyi 859 yılında açan, Faslı Fatima El-Fihri`dir. Ama ne hikmetse 1900’lü yılların başına kadar üniversitelerin çoğunda erkekler eğitim almıştır. Sırf ev işleri aksamasın diye kız çocuklarını okullardan uzak tutmuş, onu daha bilgisiz göstermeye çalışmışlardır. Cehalet ölümdü ve biz ölümün kıyısından döner olduk. Sonunda anladık ki, kadın hem sosyal hayatta, hem evde baştacımız. Kişisel ahlak bilincinin toplumsal ahlak bilincine dönüşmesinde kadının rolü çok büyük!
Ömer Hayyam’ın da ifade ettiği gibi: “Sen yoksan, serviler yok, güller yok, sevinçler yok, tasalar yok. Sen düşündükçe var dünya, sen yok, o da yok“!