Bundan 50-60 sene öncesi dedelerimiz, annanelerimiz ekonomik krizinden dolayı Avrupa’ya işçi olarak davet edildiler. Bazıları kalmak, bazıları ise gitmek istiyordu. Avrupa`da çalışıp para kazanabilmekti amaçları. Ailesini, arkadaşlarını ve sevdiklerini arkasında bırakıp gitmek hiç kolay olmamıştı onlar için. Bir baba evlatlarından birini gönderiyorsa, bir diğerinin kalmasını diliyordu. Yanında durup çiftçi olarak çalışmasını, ona yardm etmesini istiyordu. Bir kardeş ise giderken tüm sevdiklerini ardında bırakmak zorunda kalıyordu. Kolay değildi tabii dilini, dinini ve kültürünü bilmediğin bambaşka bir ülkeye doğru yol almak. Avrupa’ya gidebilmek için de bir çok kontrolden geçmeleri gerekiyordu. Trene atlayıp uzun yolculuğun ardından geldikleri ülkeye çok yabancıydılar. Aile ve sevdiklerine hasretlik çekerek bütün gün zor şartlar altında çalışıyorlardı. İşçi olarak giden bir çok vatandaş bir süre çalıştıktan sonra tekrar yurduna dönüyordu. Geri dönmekti aslında istedikleri. Azınlığı ise ailesini ve çocuklarını adım adım Avrupa’ya getirip burda kendilerine yeniden bir yuva kurma çabası içindelerdi. Adeta büyük bir göç gerçekleşiyor ve kültür çatışması yaşanıyordu. Avrupa’nın hayatı yaşayış tarzı ve dünyaya bakış açısı çok farklıydı anayurttan. Bir çoğu bu konuda dışlanıyordu. O zamanlar da tabii şimdi sahip olduğumuz imkânların bir çoğu yoktu. Şimdi yurt dışından gelen vatandaşlar için bir çok yardım derneği, kültür merkezi veya ibadethane bulunmakta. Bulunduğum ülke Avusturya’ya göz atacak olursak, burda farklı ülkelerden gelip kendi kültür merkezlerini veya ibadethanelerini kurduklarına şahit oluruz. Eskiden bunun gibi imkânlar yoktu. Göç edenlerin sayısı arttıkça farklı grup ve kültürler de kendini göstermeye başladı. Camiiler inşa edildi. Yine farklı kültürlerden restoranlar, marketler açılmaya başladı. Bu gibi değişimler Avrupa’da kalan insanların hayatlarını da kolaylaştırmak için yeni kapılar açtı. Bir yandan da önyargı ve ırkçılıkta çoğalmaya başladı ve günümüzde maalesef devam etmekte. Tüm bu zorluklar çekilirken senede bir tatil planı yapılır. Tatilde mutlaka bir akraba ziyareti yapılır. Sevdiklerinle birlikte zamanın geçmesi hiç istenmez. Hasretler giderilip birbirimize tekrardan alıştıktan sonra yine ayrılma vakti gelir ve yine gurbet yolu tutulur. Sevdiklerini doyasıya içine çekersin bir daha görüşme dileği ile. Boğazında düğümlenir kalır anı ve özlemler…
Biraz da güzel yanlarından bakacak olursak, Avrupa ile kültürümüz çok farklı olabilir. Ama burda yaşamanın hayatımıza kattığı yaşam tecrübelerini gözardı etmemek gerekir. Farklı insanlar tanımak, dini inanç gözetmeden birbirimizi olduğu gibi kabul etmek ve destekleyebilmek her zaman ön planda olmalı. Herşeyden önce birbirimizi insan olduğumuz için sevebilmek ve değerlerimize saygı duyabilmek önde gelir. Bizler nasıl dilimizi, dinimizi ve değerlerimizi korumak istiyorsak ve buna da hakkımızın olduğunu düşünüyorsak, başkalarının da değerlerini, önem verdiği her ne varsa saygı duymayı kendimize borç bilmeliyiz. Güzel örnek olarak kalpleri feth etmeliyiz. Nerede hangi proje varsa biz de orada yerimizi almalıyız. Nenelerimizin ve dedelerimizin sayesinde burda bir nebze de olsa yurdumuzdaymış gibi değerlerimizi yaşatabiliyoruz. Bizler gelecek nesil için birlik olup gereken tuğlaları yerine koyabilmeliyiz. Gurbette yaşamayı daima güzel anıya çevirmeli, buradaki eğitim fırsatlarını kendimizi geliştirmek için en verimli şekilde değerlendirebilmeli ve dünyaya BEN DE varım diyebilmeliyiz!