HÂL DİLİ
Nerde bir çocuk görsem güle benzetirim
Ben en çok onların gülüşünde yakalarım mutluluğu,
Çünkü güldüklerinde güller açar.
Ağladıklarında gök kubbe sallanır.
Masumiyetin resmini çiz deseler çocuk derim.
Nazik ve kırılgandırlar ama bir o kadar da ümit vadederler.
Etkilenirler yaşadıklarından, hissederler en azından.
Dua ediyorum içten ve samimi,
Dünyayı emanet alacakları güne kadar, hayata küsmüş olmasın diye.
Bu dünyada canlılar, çok farklı renklerde dizayn edilmiş bir çicek tablosu gibidir. İnsani yapan, kaşı gözü, rütbesi, makamı değil, değerleridir. Doğruluk, dürüstlük, merhamet, sevgi, saygı, olaylara karşı duyarlılığı, adaleti, empati yeteneği ve gayreti onu insan yapar. Almışsa zamanında gerekli manevi gıdayı, şefkati, adaleti ve merhameti, sevgiyi, zemini hazır demektir, tutunmak için dünyanın meşakkatli hayatına. Sonrası gelir, korkmayacaksın…
Değer verdikleri onun hazinesi, yoldaşı ve kimliğidir. Çünkü öncelikleri ahirini belirler. Çocuklarıyla ortak ani biriktirenler, gelecekte birlikte paylaşacak hayatı bulurlar karşılarında. Büyütürken her sorunu ile yüzleşen, anlayan, hisseden ve paylaşanlar, yani aldığı sorumluluğu layıkı ile yerine getiren, anne ve babaları da tebrik etmek lazım yeri gelmişken. Güzellikleri yakalamak ta, muhafaza etmek te kolay değildir. Çünkü: İnsan yetiştirmek kadar kutsal ve zor bir meslek yoktur şu dünyada.
Sadi Şiraziye sormuşlar:
– İnsan nedir? Diye
– Bir damla kan ve bin bir endişe…
İnsan ne kadar aciz kalırsa o kadar nefret edermiş!
Acziyet nedir bilir misiniz? Çaresizliğin doruk noktası, mantığın devre dışı kalması. Umulmadık hatalar işte o anlarda yapılır. Sonrası malum, hep suçu işleyen cezaya çarptırılır, meyl ettiren zaten meydanda yoktur.
Çok sevdiğim bir arkadaşımın geçen gün söylediği gibi: „Bize genelde hastalar değil, onların hasta ettikleri gelir!“
İşte bu yüzdendir Peygamberimizin: “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin, kolaylaştırın, zorlaştırmayın!” demesi, hiç şüphesiz kendiyle, çevresiyle, kâinatla barışık bir nesil için söylemiştir bunları. İşte bu yüzden ebeveynlerin sorumluluğu bir kat da artıyor gözümde.
Ben ne çocuklar gördüm, analı babalı öksüzdüler. İlgi ve alakaya muhtaç, midesi tok ama ruhu aç olanlar. Her biri bir ayna gibi hal diliyle tasvir ediyordu geldiği aileyi. Bazen kelimelere bile ihtiyaç kalmıyordu onları anlamak için. Dört mevsimi ve geçişleri anlık hüzün ve sevinçleriyle, her biri ayrı koca bir dünya.
Sormadan edemiyorum ara sıra:
Bilselerdi sonradan çıkacak ayrık otlarının binbir emek ve zahmetle büyüttükleri çiçek misali çocuklarını, nasıl soldurup görünmez hale getireceğini, aynı boşvermişlikle salıverirler miydi sanal dünyanın tehlikeli sokaklarına?
Bu saksılarda birbirinden nadir çiçekler vardı. Türlü zahmetlere katlanarak onları toplamıştım. Toprağına kadar özenmiştim. İlk sene tüm güzellikleriyle kendilerini gösterdiler.
Sonra topraktan bildiğimiz bitkiler de çıkmaya başladı. Onları koparmaya kıyamadım. Elim gitmedi. Yaşasınlar, dedim. Hikâyenin sonunda, iyice çoğaldılar ve nadir olan bütün çiçekleri yok ettiler.
Yaşantımız da böyle değil midir? Sıradanlığa göz yumdukça, öyle kimseleri ve davetsiz gelenleri hayatımıza doldurdukça, kıymetli olanları kaybediyoruz. (İbrahim Tenekeci)