Herkes Avaz Avaz Sussa da Biz Susmayacağız
Dört kişiyi vahşice hayattan koparan korkunç terör saldırısının üzerinden haftalar geçti.
Viyana’nın kalbini hedef alan ve bütün Avusturya’yı, her birimizi derinden sarsan saldırının ilk haberleri paylaşıldığında, düşündüğüm ve biliyorum ki birçok Müslümanın düşündüğü ilk şeylerden birisi teröristin Müslüman olup olmadığı idi.
Bu sorunun istemsizce birçok Müslümanın aklında belirmesinin sebebi ise, hem bu ülkede yaşayan Müslüman azınlığı hem de genel olarak toplumun birliği ve huzurunu etkileyeceğini bilmek.
Avusturya’da yaşayan bütün insanları derinden etkileyen bu elim saldırı, Müslüman azınlık için de içerisinde farklı boyutlar barındıran bir travma oldu.
Bizzat saldırının hedefi olma potansiyelinden tutun, aile ve arkadaş çevrenizin saldırı esnasında yakınlarda bulunabilme ihtimali, ertesi gün başörtülü kadınların suçlayıcı bakışlarla, hatta sözel veya fiziksel saldırılara maruz kalma korkusuna kadar varıyor bu endişeler.
Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz’un ilk anlarda gösterdiği sakin ve kapsayıcı tavır ne yazık ki kalıcı olmadı ve üzerinden bir hafta geçmeden, iki camii kapatıldı.
İlki, Avusturya İslam Cemiyeti (IGGÖ) bünyesinde olmayan bir camii iken, diğeri IGGÖ çatısında bulunuyordu.
Burada dikkat çekmek istediğim önemli bir husus var, radikal eğilimlerin gözlemlendiği ve topluma herhangi bir şekilde zararlı olabilecek bir kurumun kapatılması elbette doğru. Bu hepimizin güvenliği için en isabetli karar.
Buradaki soru, bir camiide radikal ve tehlikeli düşüncelerin beslendiği ile ilgili kararı kim, hangi kriterlere göre veriyor? Zamanlaması tesadüf mü? Elbette değil.
Yazın saldırganın Slovakya’dan mermi almaya çalıştığı konusunda Avusturya polisine istihbarat verilmiş fakat gerekli uyarıya rağmen polisin harekete geçmedigi duyulunca, bu büyük ihmallerinden dolayı hükümete haklı olarak eleştiriler çoğalmaya başlamıştı.
Bunun üzerine hükümet pasif ve vurdumduymaz izleniminden kurtulmak için, yıllardır en iyi bildiği taktiği uyguladı: Müslüman azınlığın üzerine oynayarak asıl meseleye gölge düşürmeye başladı.
Kapatılan camiilerin ardından, yaklaşık 70 ev ve derneğe büyük bir operasyonla baskın düzenlendi.
Bu şekilde bir taşla iki kuş vurmuş oldu:
Pasif konumundan aktif, harekete geçen, vatandaşları tehlikelerden koruyan, düzen ve nizam oluşturan bir devlet imajina ulaşmanın yanı sıra, bir de görevinin gerektirdiği sorumluluğu almayan bir takım makam ve mevki sahibi insanları odak noktası olmaktan kurtarmak.
Çocuklu ailelerin yaşadığı evleri aramak için özel harekat polisinin ağır silahlı, büyük ekiplerle ve polis köpekleriyle birlikte baskın düzenlemesi de elbette bilinçli bir seçim.
Baskın gerekçesi “Siyasal İslam”, yıllardır medyada, çeşitli tartışma programlarında, siyasilerin dillerine pelesenk olmuş, belirsiz ve her türlü kalıba sokulabilecek enteresan bir tanım.
Bilinçli bir şekilde hiç tanımlanmamış bir suç ile 70 eve ve onlarca insana baskın yapılabilen bir ülkede demokrasi ve hukuk devleti her birey için aynı şekilde işlemiyordur.
Belirli bir miktar nakit para bulunan bazı Müslüman dernekler için bir İçişleri Bakanı “Bu paranın bulunması terör ile bağlantı için kesinlikle önemli bir ipucudur.” ifadesini kullanıyorsa adalet, hak ve hukuk bu ülkede yaşayan herkes için eşit mesafede olmamaya başladı demektir.
“Siyasal İslam” sadece Müslüman azınlığın itham edilebileceği bir suç ise, adaletin simgesi olan Viyana Adalet Sarayı’nın girişinde bulunan iki gözü bağlı Justitia Heykeli’nin Müslümanları yargılarken gözlerinin artık eşitlik ve adalet için değil, peşin hüküm vermek icin bağlı olduğu anlamına gelir.
Peki Muhalefet Neden Susuyor?
Aktif ve sorgulayan Müslüman aktivistlere ve genel olarak Müslüman azınlığa bir gözdağı verircesine düzenlenen büyük çaplı baskınlara, Müslüman azınlığın zan altında bırakılmasına ve devletin bu kadar otoriterleşmesine konuşmayan, sessizliği ile aslında çok şeyi anlatan, muhalefeti de hafızamıza iyice kazımalıyız.
Bir dahaki seçimlerde adaletten, eşitlikten veya demokrasiden bahsettiklerinde gerekli cevabı vermek için.
“Siyasal İslam” suçlaması, yıllardır süregelen bir toplum mühendisliğinin sonucudur.
Konu Müslümanlar olunca, sağdan sola bütün partilerin hemfikir olup, birbirlerinin demokrasinin utancı söylemlerine sırasıyla susarak uygun ortamı hazırladıkları…
Medyanın reyting için düzenlediği, Müslüman azınlığın temel özgürlüklerinin tartışıldığı programlar ile tohumu atılan ve hükümetin sağlıktan eğitime, entegrasyondan sosyal eşitliğe her alandaki beceriksizliğini özellikle Müslüman kadınların başörtüsünü ilgilendiren yasaklar ile kapatmaya çalıştığı bir ortamda çok güzel yeşeren ve büyüyen bir meyve, “Siyasal İslam”.
Amaç aşikâr, çok sesi çıkan Müslümanlara bir uyarı.
Her an bu suçlama ile karşı karşıya kalabilirsin, çünkü bu suçun bir tanımı yok.
Ama biz buna susmayacağız. Herkes avaz avaz sussa da.
Çünkü adalet, eşitlik, din özgürlüğü, insan hakları ve demokrasi bizim haklarımız.
Onlar bize ait.
“Eğer sen, sana ait bir şeyi elde etmek icin onun peşinden koşuyorsan, seni engelleyen herkes, kim olursa olsun suçludur.” Malcom X