YAZARLAR

KONUŞMAK MI, DİNLEMEK Mİ?

Ben, bu yollarda israf ettim çoğu sözlerimi,

Sesimi duyuramadığım kapılardan geri döndüm,

Bir dahaki sefere dedim, Ama o sefer hiç gelmedi!.

Sonra sustum! Öyle sustum ki,

Suskunluğum küskünlüğe dönüştü.

İçimde birikti; büyüdü, büyüdü…

Kaf Dağı’nın ardındaki devlere dönüştü,

Asırlarca orada kalakaldı.

Çünkü uzun sürüyordu anlatmak,

Ve beni dinleyecek insan bulamıyordum.

Şimdilerdeyse, kendi sesimi duymaktan korkuyorum… (demiş, bir düşünür.)

 

İnsan yaratılış itibariyle önce işitme duyusu sonra diğer duyuları şekillenerek gelir dünyaya, ana rahminden. Duyduklarını hep hisseder, daha ilk günden. Ne zaman ki konuşmayı öğrenir, kendini ifade etmek için konuşma ve hal dilini, anlamak için dinleme ve düşünme kabiliyetini  kullanır.

Herşeyin bir uslübu ve ahlakı vardır. Dinlemenin ahlakı, yargılamadan, yönlendirmeden, sözünü kesmeden, detaylara takılmadan dinlemektir. Birikmiş kötü enerji ancak karşı tarafın onu dinlediğinde azalır. Bu bakımdan dinlemek bir nevi tedavidir. Konuşmak ve dinlemek insani ihtiyaçlardır. Ama anlamak için dinlemek şarttır. Sözün gümüşe, sükûtun altına tekabul etmesi bu nedenledir.

Psikologların yaptığı işlerden biri de budur: İnsanı dinlemek ama dinliyormuş gibi yapmak değil, can kulağıyla dinlemek, çözüm odaklı anlamaya çalışmak ve rahatlatmaktır. En iyi öğretmen, çok konuşan, anlatan değil, öğrenciyi konuşturabilen, anlamaya çalışandır. İtiraf etmeliyim ki, öğrencilerimden çok şey öğrendim. Her çocuk ayrı bir dünya ve anlattıkları herşey ayrı bir ders konusu.

Mevlana’ya sormuşlar: “Akıllı insanın özelliği nedir?“ diye. “Güzel konuşmasıdır“ demiş. “Peki en akıllısı?„ deyince;  “Dinleyen insandır, ki o kadar akıllısı zor bulunur!“ demiş. Çünkü çok konuşan çok hata yapar. Çok fazla kelime sarfedip müsrif olmak, hem muhatabı yorar, hem insanı deşifre eder. Peygamber efendimiz bir hadisinde: “Kim Allah`a ve ahiret gününe inanıyorsa, ya hayır söylesin ya sussun!” diyerek konuşma ölçüsünü belirlemiştir.

Bir diyalogta yaptığımız en büyük yanlış, dinliyormuş gibi yapıp, gerçekten dinlememektir. Veya karşımızdakine değer vermediğimizi hissetirmek, yani hiç dinlememektir. Bugün insanı ilişkilerde olsun, ailevi ilişkilerde olsun, araya giren uçurumun asıl temelinde, dinleme nezaketi gösterilmediği gerçeği yatar. Birçok insan, özellikle gençler; “Beni hiç anlamıyorlar!“ derken aslında, “Beni  dinlemiyorlar!“ demek ister. Bugün geldiğimiz duruma bakılırsa: “İki kelimeyi bir araya getiremiyor“, diye ayıpladığımız insanlar, muhatap bulamadığı için kelime hazinesi gelişmeyen, ya da zamanında gönül kulağıyla dinlenilmediği için artık konuşmaktan vazgeçenlerdir. Çünkü nefs (insan) şikâyete, gönül huzura ve sükûna meyillidir.

Günlük hayatta şahit olduğumuz olaylardan ve maalesef büyük yanlışlarımızdan biri de;  konu ne olursa olsun, biri konuşurken, diğerinin hemen söze başlaması, karşısındakinin sözünü kesmesi, ki (genellikle bizim toplumun bariz davranışlarındandır) saygısızlık ifadesidir. Dinlemek te bir görgü kuralıdır.

Bu konuda aile büyüklerinin büyük payı vardır. Büyükler her zaman konuşma, yönlendirme hakkını kendinde gördüğü için, çocuğa, gence veya kadına; “Sen sus, ne anlarsın!“ dercesine tavırlar takındığı için, muhatabını hiçe saymakla, konuşma hakkını elinden almış, bir nevi ceza vermiş olur. Problemi çözmek yerine, onu hataya, yanlışa sevkeder. Yaşanmış hikâyaleri dinlerken duyduğumuz serzenişlerden bazıları şunlardır: “Bana söz hakkı verilseydi, bu hatayı belki de yapmamış olurdum“ veya “Beni de bir dinleyen olsaydı, bugün çok başka bir hayatım olurdu!“

Bugün toplumda söz hakkı verilmemiş insanların mutsuz hayat hikâyeleri, depresif kişilik bozuklukları giderek artış gösterirken, biz hala hayatı zorlaştırmakta ısrar ediyoruz. Oysa insana dair tüm sorunlar, konuşarak danışarak halledilebilirdi! Dinlemeyi bilseydi insan, böyle kolay bitmezdi dostluk ve arkadaşlıklar.

ähnliche Artikel

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert