YAZARLAR

Sekülerleşme, Ötekileştirme ve Kültürel Çeşitlilik

Bu metinde günümüz dünyasında din, sekülerleşme ve kimlik meselelerine dair önemli sorular gündeme getirilerek, eleştirel bir bakış açısı sunulmaya çalışılacaktır.

Fransız aydınlanmacısı Voltaire’in yaşadığı 18. Yüzyılda Katolik Kilisesi’ne muhalif olmak ve Hıristiyan dogmalarını eleştirmek mümkün değildi (Kırıkkanat 2014). Voltaire’in 1736’da yazdığı “Muhammed” adlı tiyatro eserinde (Le Fanatisme, ou Mahomet le Prophète (Fanatizm ya da Peygamber Muhammed)), İslamiyet üzerinden Hıristiyanlığa, Katolik Kiliseye ve onun öncülüğünü yaptığı dini fanatizme ağır eleştiriler getiriyordu. Kilisenin insanlar üzerindeki baskısının kırılması ve dogmaların önüne geçilebilmesi, bilimsel gerçeklerin öne çıkarılması için onlarca yıl savaşılmış, milyonlarca insan hayatını kaybetmiştir. Örneğin Giordano Bruno (1548-1600) dünyanın güneşin etrafında döndüğünü söylemiş, bu görüşü Katolik Kilisesi’nin dini öğretileriyle çeliştiği için tehlikeli bulunarak 1593 yılında Engizisyon tarafından sapkınlıkla suçlanarak yapılan yargılamanın ardından 1600 yılında Roma’da diri diri yakılarak idam edilmiştir.

Günümüze gelince, Batı toplumlarında yaşanan sekülerleşme süreci dinin toplum üzerindeki geleneksel kurumsal etkisini kısmen ortadan kaldırmakla birlikte kişiler üzerinde önemli bir siyasi enstrüman olarak geçerliliğini korumaktadır. Müslümanlara bakıldığında ise İslami dogmalara karşı değişim eğilimleri görülmekle birlikte dini otoritelerin ve kurumların gücünün devam ettiği, kurumsal eleştirilerin neredeyse imkânsız olduğu, dinin yer yer sosyal ve hukuki düzenin bir parçası olmaya devam ettiği görülüyor. Kentleşme ve eğitim düzeyinin artışıyla birlikte sekülerleşme eğiliminin arttığı, geleneksel İslam anlayışından uzaklaşıldığı, bireysel manevi arayışların arttığı, dini reform isteklerinin dile getirilmeye başlandığı görülüyor. Bu eğilime bağlı olarak da “kültürel Müslümanlık” şeklinde tanımlanan olgu yaygınlaşıyor. Dolayısı ile modernist Müslümanlar İslam dininin yeniden yorumlanmasını savunurken, kadın aktivistler kadın hakları ve bireysel özgürlükler ile şeriat yasaları gibi konuları gündemde tutuyorlar. İfade özgürlüğünün kısıtlı olduğu coğrafyalarda ise dini konuların eleştirisi resmi ve toplumsal baskılarla karşılaşabiliyor. Anadolu’dan Avrupa’ya giden seküler yönetim anlayışı, Anadolu’ya yeniden geldiğinde Batılı bir dünya görüşü olarak değerlendirilerek, karşı eleştiriler ortaya koyulabiliyor. Anadolu’da İslam’ın türlü boyutlarda algılandığı, yaşandığı bu ayrışmanın birlik içinde çokluk şeklinde olduğu görülüyor (Anadolu’da İslamiyet için bkz.: Köprülü 2012).

Gerek Türkiye’de gerekse aşırı ırkçı ve milliyetçi söylemlerin prim yaptığı Batılı ülkelerde dini söylemler, etnik kökene bağlık ayrımcılık insanlığı kesin sınırlarla ayrıştırmaya ve “ötekileştirmeye” götürürken, toplumsal barışı ve uzlaşmayı tehdit eden önemli bir unsur olarak karşımızda duruyor. Ne yazık ki her cephe berikini “kendi cephesini ötekileştirmekle” suçluyor. Bu hercümerç içinde ne itham eden ne de edilen muhatabını “ötekileştirmemek” için yapması gereken tek şeye, yani ötekini tanımaya, anlamaya, varlığını kabullenmeye çalışıyor. Hal böyle olunca insanlar birbirlerini “öteki” olarak görmeye, halklar arasında da “düşmanlık” tohumları atılmaya başlanıyor. İnsanlar toplumsal ve sosyal hayatın içinde bir arada, birbirini değiştirmeye çalışmadan olduğu gibi kabul etmeye ve farklılıkların zenginlik olduğunu anlamaya çalışsa, hayatın daha kolay olduğu görülecek. Özellikle çok dilli ve çok kültürlü toplumlardan farklı olanın farkının görmezden gelinmeye devam edilmesi, farklı olanların birbirine benzetilmeye, aynılaştırılmaya çalışılması, yeni psikolojik, toplumsal ve sosyal sorunlara neden oluyor. Çatışmaların kaynağı da bu aynılaştırmaya çalışmak oluşturuyor. Baskın kültürün içinde yer alan bireyler kimliklerini ve özgün olmanın ayrıcalığını “uyum sağlama” adına kaybetmek ve çoğunluğun içinde “erimek” istemiyorlar. Bir örneklik eğitim sistemi içinde, çalışma hayatında yaratıcılık ve bireysel gelişimin engellenmesine neden oluyor. Özellikle yerel ve popüler siyasetin devreye girmesiyle birlikte toplumsal ve sosyal barışın bozulmasına, çatışmalara, dışlanmacılığa ve marjinalleşmeye zemin hazırlanıyor. Kültürel çeşitlilik, farklı bakış açıları ortadan kalkıyor. Bu durum da ülkelerin çok kültürlüğün yok saymasının sonucu olarak küresel rekabetin zayıflamasına ve otoriteleşmeye neden olabiliyor. Geçmişte yaşananların gelecekte yaşanması muhtemel durumlara karşı dersler sunduğu unutulmamalıdır.

Kırıkkanat’ın deyişi ile “iyi ile kötü ya da doğru ile yanlış arasındaki savaşta, tanrı safında dövüşenlerin şeytan dedikleri düşman da kendisini tanrı safında dövüşen ve ötekini kafir, zındık, dinsiz sayan” (s. 7) geçmişte olduğu gibi günümüzde de oluyor. Bu ayrışma ne yazık ki çatışmayı da beraberinde getiriyor.

Hıristiyan dünyası İslam’ı başından beri dini, teolojik bir meydan okuma ve rakip olarak görüyor (Kalın 2024: 39). Bu açıdan bakıldığında Müslüman toplumların modernleşme sürecinin, aynı zamanda Avrupa koloniyalizminin tarihini de oluşturduğu görülüyor. XIX ve XX. Yüzyıllarda uzun süre işgal altında yaşayan Müslümanlar belki de haklı olarak Batı medeniyetine “öteki” olarak bakıyorlar. Buradaki “öteki” bizim dışımızdaki bir kültür ya da onun taşıyıcısı olan toplum değil, Kalın’ın ifadesi ile “ ‘ben-idrakimizi’ belirleyen karşıt unsurlardan biri” (2024: 36) olarak karşımıza çıkıyor. Bu durum zamanla klasik İslam medeniyeti ile Batı arasındaki karşılaştırmada da “psikolojik bağımlılık” halini alıyor. Dolayısı ile yaşanan bütün olumsuzlukların nedeni Avrupa, ABD vd. gibi “dış güçler” tarafına yükleniyor. Bu algının önüne geçilemezse vehme dönüşüyor.

İçinde bulunduğumuz yüzyılda gözlenen husumetin bir diğer nedeni de tıpkı tarihte yaşanan din savaşları gibi din temelli jeopolitik veya ekonomik yaklaşımlardır. Doğu ile Batı arasındaki ayrışma, çatışma veya adı ne olursa olsun, dinsel ayrışmadan beslenmekte ve insanların kutsal sandıkları dogmaları ve bu dogmalar uğrunda çatışmasıyla, ölümü göze almasıyla başlıyor. İlk din şehitlerini taşlayanların kendilerinden daha kötü insanlar olduğunu düşünen “ötekilerin” de aslında Ortodoks Hiristiyan olduğunu ve taş atanlardan birinin Aziz Pavlus olduğu unutulmamalıdır (Mill, 2023: 23).

Ortadoğu ülkelerinde ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde Batı ile ayrışmanın veya Batı dünyasının ötekileştirmesinin sonucu olarak, geçmişte yaşanan “ümmet” fikrinden “millet” fikrine geçişte verilen mücadelelerin üzerinden yüz sene bile geçmeden yerini yeniden “ümmet” çatısı altında birleşmeye bıraktığı bir süreç yaşanmaktadır. Bu dönüşüm kimi yerde devlet eliyle, sivil toplum kuruluşları veya din adamları üzerinden yapıldığı da görülmektedir. Ümmetçiliğin başlıca enstrümanları arasında dün olduğu gibi, bugün de “din” ve “iman” gösterilmektedir. Bununla birlikte Müslümanların iman noktasında gösterdiği hassasiyeti, ahlak konusunda göstermediği (Yeşilyurt 2018: 69) ciddi eleştiri konusu olmaktadır. Ahlaki sorunlar günlük hayatın akışında olduğu gibi ticari ve toplumsal ilişkilerin pek çok boyutunda yaşanmaktadır. İman, “salih amel ve takva ile mümkündür” (Bkz.: Bakara 277, Maide 93. Ayetler). Allah katında bunun dışında bir ölçüt yoktur. Bununla birlikte iyi bir Müslüman olmak için bireyin dilinden ve milliyetinden vaz geçmesi şart değildir. Bu yaklaşım İslam’ın temel öğretileriyle örtüşmeyen bir yaklaşımdır. İslam, evrensel bir din olup, bireylerin etnik kimliklerini ve dillerini reddetmelerini şart koşmaz. Aksine insanların farklı dillerinin, farklı milliyetlerinin olması Kur’an-ı Kerim’de de “Ey insanlar! Şüphesiz biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Ve sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi tanıyasınız.” (Hucurat 49:13) şeklinde değerlendirilmektedir.

Avrupa ülkelerinde yaşayan Türk gençlerinin mazlum milletlerin umudu olmaya devam eden Anadolu coğrafyasının, Türkiye’nin, cehaletle elde tutulamayacak kadar stratejik, geçmişi bilmeyenlerin geleceğine egemen olamayacağı kadar önemli bir coğrafya olduğunun bilinci ile Türkiye ile bağlarını devam ettirme çabasından vaz geçmemesi gerekir. Gençlerimizin hangi coğrafyada yaşarsa yaşasın Milli Mücadele’nin ilk döneminde olduğu gibi aynı ruh ile birlik ve beraberliğe ihtiyacı bulunmaktadır.


Kaynaklar
Kalın, İbrahim (2024). İslam ve Batı. İstanbul: İnsan Yayınları: 856.

Kırıkkanat, Mine G. (2014). Bir Hıristiyan Masalı: Tarihin En Büyük Sahtekarlığı. 8. Basım. İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınevi: 286.

Köprülü, M. Fuad (2012). Anadolu’da İslamiyet. Hazırlayan Metin Ergun. 2. Baskı. Ankara: Akçağ Yayınları: 752.

Mill, John Stuart (2023). Düşünce ve Tartışma Özgürlüğü Üzerine. Çev.: Cem Akaş. 15. Baskı. İstanbul: Can Sanat Yayınları.

Yeşilyurt, Temel (2018). Çağdaş İnanç Problemleri. 4. Baskı. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 1069.

ähnliche Artikel

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert