Türkler ile Almanlar arasındaki münasebetlerin Selçuklulara kadar geri götürülebilen uzun bir tarihi geçmişi vardır. Osmanlılar ile Prusya arasındaki ilişkilerin ilki ticari ağırlıklı dostluk anlaşmasının imzalanması ile başlamış olup Alman ulusal birliğinin kurulduğu 1870 yılından sonra da devam etmiştir. Osmanlı Devletinin siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunlarının yoğun olduğu dönemde tahta çıkan ve Rusya karşısında yenilgiye uğramış bulunan Sultan II. Abdülhamid (1876-1909) büyük devletlere karşı güveni sarsılması nedeniyle de güçlü ve sanayileşmiş bir ülke olan Almanya ile ilişkilere ağırlık vermişti. Almanya’nın dostluğunun kazanılması amaçlanıyordu. Almanya da imparator II. Wilhelm döneminde Almanlar Osmanlı coğrafyasını zengin bir hammadde kaynağı ve geniş bir pazar olarak görmüş, ilişkilerin geliştirilmesine yönelik faaliyetlerde bulunmuştu. Balkan Savaşlarından sonra ise Almanya ile askeri ilişkilerimiz yoğunlaşmış, I. Dünya Savaşının kaybedilmesi ile ilişkiler kesintiye uğramış, Ulusal Kurtuluş Savaşından sonra imzalanan Lozan Antlaşmasının ardından Türkiye Cumhuriyeti ile Weimar Cumhuriyeti arasında 3 Mart 1924’te bir dostluk antlaşması (Bkz. Ayşe Aydın. DOI NO: 10.5578/jss.54087) imzalanmış ve yeni bir dönem başlamıştır. II. Dünya Savaşı döneminde de ilişkiler Türkiye’nin Almanya’ya açık destek vermemesi ve Almanya’nın ağır bir yenilgi alması nedeniyle bir süre kesilmiştir.
Savaştan sonra ortaya çıkan işgücü açığını kapatmak için 31 Ekim 1961‘de imzalanan işgücü anlaşması sonrası birçok Türk vatandaşı Almanya’ya göç etmiştir. Ayrıca iki ülke arasındaki çok yönlü ilişkiler Almancanın her dönem popüler bir yabancı dil olarak öğrenilmesini sağlamaktadır. Gerek Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli Türkler, gerekse Türkiye’de yaşayan Almanlar Türkçe ve Almancanın her iki ülkede de öğrenilmesi, öğretilmesi konularını sıkça gündeme taşımaktadır.
Türkiye’de Almancanın yabancı dil olarak öğretilmesine yönelik bir çalışma yapıldığında; Almancayı resmi devlet dili olarak kullanan Batı Avrupa ülkeleri (Almanya, Avusturya, İsviçre, Liechtenstein, Lüksenburg) ile sadece ekonomik ilişkiler değil sosyal, kültürel ve siyasal ilişkilerimiz açısından da Almancanın yabancı dil olarak öğrenilmesi bir ihtiyaç olarak görülmekte, vatandaşlarımızın bu yönde bir talebi olduğu değerlendirilmektedir. Bu talebi karşılamak için de Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük şehirlerde öğretim dili Almanca olan kamu ve özel öğretim kurumlarının (ilkokul, ortaokul, lise) yanı sıra, Almanya’da henüz mütekabili açılmamış ve Türkiye’deki faaliyetleri yerel mevzuata uygunluğunun tartışmalı olduğu değerlendirilen, Almanya Federal Cumhuriyeti Yurtdışı Eğitim Kurumları Merkezi (Zentralstelle für das Auslandsschulwesen (ZfA) tarafından desteklenen altı okul ve bu okullara bağlı eğitim kurumları da ülkemizde faaliyet göstermektedir. Bu okullara Alman Büyükelçilik Okulları da denilmekte ve ağırlıklı olarak dışişleri personeli ile Türkiye’de mukim Alman vatandaşlarının çocukları devam etmektedir. Eğitim öğretim dili Almanca olan bu okulların yanı sıra ülkemizdeki devlet veya özel öğretim kurumlarının önemli bir kısmında Almanca birinci veya ikinci zorunlu-seçmeli yabancı dil olarak 2003-2004 eğitim öğretim yılından bu yana Anadolu Liseleri, Fen Liseleri ve Sosyal Bilimler Liselerinde okutulmaktadır.
Alman Dışişleri Bakanlığı tarafından koordine edilen ve Yurtdışı Eğitim Kurumları Merkezi, Goethe-Enstitüsü, Almanya Kültür Bakanları Konseyi’nin Pedagojik Değişim Hizmeti Birimi ve Alman Akademik Değişim Servisi (DAAD) tarafından uygulanan PASCH-Projesi (Geleceğin Ortakları) kapsamında da Türkiye’de 100’e yakın okulda Almanca dersleri verilmektedir.
Kısaca özetlenen çerçevede Türkiye genelinde yaklaşık 14 Milyon öğrenci İngilizceden sonra ikinci yabancı dil olarak Almanca öğrenmektedir. (Bkz.: F. Akdoğan, DaF in der Türkei. Info DaF 30, 1 (2003), 46-54). Aynı şekilde özel dil kurslarında da yabancı dil Almanca yoğun talep görmeye devam etmektedir. Almanya’da yükseköğrenim görme veya bu ülkede iş, aş edinme, Almanca konuşulan ülkelerin birinde bir istikbal sahibi olma gibi nedenler Almancaya olan talebi artırmaktadır. Almanya’nın uluslararası ve uluslarüstü sözleşmelerin hilafında aile birleşimi vizeleri için talep ettiği yabancı dil Almanca şartı da ayrı bir dil öğrenme gerekçesi oluşturmaktadır.
Milli Eğitim Bakanlığı aldığı yeni bir kararla (Tebliğler Dergisi – Ağustos 2023 – 2789-EK2, s. 1361-1362) 2023-2024 eğitim öğretim yılından itibaren geçerli olmak üzere, Türkiye’deki Anadolu Liseleri ile Fen ve Sosyal Bilimler Liselerinin ortak dersler havuzunda yer alan ikinci zorunlu yabancı dil dersi uygulamasının kademeli olarak kaldırılmasına karar vermiştir. Bu karara göre; seçmeli birinci yabancı dil dersi Akademik Çalışmalar başlıklı ders havuzunda, seçmeli ikinci yabancı dil dersi İnsan, Toplum ve Bilim başlıklı dersler havuzunda yer almaktadır (MEB TD, S. 1362). Dolayısı ile okullarda ikinci yabancı dil dersi zorunlu olmaktan çıkarılmış, İngilizce neredeyse tek zorunlu yabancı dil durumuna dönüşmüştür. Almanca İlköğretim okullarında olduğu gibi ortaöğretim okullarında da seçmeli yabancı dil olarak öğretilmeye devam edilecektir.
Türk yükseköğretim sistemi içinde başta Almanca öğretmeni yetiştirilen Eğitim Fakülteleri (16 program) olmak üzere alan eğitimi verilen Fen-Edebiyat Fakültesi, Edebiyat Fakültesi, İnsani ve Sosyal Bilimler/ İnsan ve Toplum Bilimleri Fakülteleri bünyelerinde Alman dili ve edebiyatı (13 program), Almanca mütercim ve tercümanlık (8 program) gibi programlarda lisans, yükseklisans ve doktora düzeylerinde germanistik eğitimi verilmekte, birçok üniversite de Almanca modern diller grubu içinde seçmeli yabancı dil dersi olarak sunulmaktadır. (Bkz.: YÖK-LİSANS ATLASI: yokatlas.yok.gov.tr).
Almanya’daki Türkoloji ve Türkçe öğretimi çalışmalarına gelince; bu ülkede Türkçenin yabancı dil olarak öğretimi çalışmaları köklü bir geçmişe sahiptir. Türkoloji ve Türkiyat çalışmaları tarihsel olarak, “Şarkiyat çalışmaları” şeklinde adlandırılan bir disiplinin içinde gelişmiştir (Bkz.: Christoph HERZOG’dan çeviren Faruk Yaslıçimen: Almanca Konuşulan Ülkelerde Türkiyat ve Şarkiyat Çalışmalarının Gelişimi Üzerine Notlar, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt 8, Sayı 15, 2010, 77-148). Henüz Almanya, Avusturya gibi ülkelerin yerinde krallıklar, arşidüklükler, dükalıklar, prenslikler vd. gibi idari yapılar mevcutken de bugünkü Almanya ve Avusturya’yı kapsayan topraklarda imparatorluklar hüküm sürerken de Almancayı ortak dil olarak konuşan bir millet vardı. Bugünkü anlamda devlet yapıları henüz oluşmamış olsa da bu topraklarda yaşayan topluluklara Osmanlı literatüründe „Alaman/Nemçe“ denilmekteydi. Osmanlıların Almanca konuştuğu gibi, Nemçeler de Türkçeyi yabancı dil olarak konuşuyordu.
Günümüze gelince; Almanya başta olmak üzere, pek çok Avrupa ülkesinin okul sistemi içinde Türkçe öğretimine istendik düzeyde destek verilmediği görülmektedir. Birçok ülkede, eyalette ilköğretim okullarındaki ana dili dersleri kaldırılmakta veya göreceli olarak azaltılmaktadır. Derslerin sorumluluğu göçmenleri gönderen ülkelere devredilmekte, dersler okul programlarından çıkarılarak „kültürel çalışma“ olarak değerlendirilmektedir. Göçmen çocuklarına köken dillerinin öğretilmesiyle ilgili uluslararası ve uluslarüstü anlaşmalar, sözleşmeler, Avrupa Konseyi başta olmak üzere birçok kurum ve kuruluş tarafından alınan kararlar ilgili ülkelere yükümlülükler getirmesine rağmen, ana dili öğretimiyle ilgili kazanımlar giderek gerilemektedir. Türkçe de okullarda zorunlu ders olmaktan çıkarılınca ilgili ülke temsilciliklerince açılan ve katılımın isteğe bağlı olduğu dersler olumsuz olarak etkilenmekte, ülkede yetişen her yeni kuşak Türk çocuğu bir öncekine göre daha az Türkçe dil becerisine sahip olmaktadır. Türkçenin okullarda ikinci veya üçüncü zorunlu seçmeli yabancı dil olarak öğretilmesine yönelik girişimlerden de sonuç alınamamaktadır. Örneğin Hessen Eyaletinde Arapça, Çince, Portekizce „dünya dili“ olarak görülüp okul programlarına alınırken, Türkçe dersine yer verilmiyor. Bavyera Eyaletinde de ilk ve ortaokullarda Türkçe dersine yer verilmezken, liselerde pek fazla işlevi olmayan seçmeli yabancı dil Türkçe dersi açılıyor. Türkçenin ilkokuldan üniversite düzeyine kadar formal okul sistemi içinde „köken dili“, „ana dili“, „ana dili Takviye dersi“ veya „ikinci/üçüncü seçmeli yabancı dil“ olarak açılması ve sürdürülebilir olması yerel yönetimler ile sivil toplum kuruluşlarının (Veli ve öğretmen dernekleri/feredasyonları vd) işbirliği ile yerinde alınacak tedbirlerle çözüme kavuşturulabilir.
Alman yükseköğretim sistemi içinde 2022 yılı itibarı ile 423 yükseköğretim kurumu bulunmakta ve Türkçe birçok yükseköğretim kurumunda diğer modern diller (İngilizce, Fransızca vb.) gibi AB kredi transfer sistemi (ECTS) kapsamında kredilendirilen bir yabancı dil dersi olarak değil, ağırlıklı olarak üniversitelerin yabancı diller merkezlerinde açılan „yabancı dil kursu“ olarak sunulmakta ve devam edenlere karne yerine „katılım belgesi“ verilmektedir. Bu belgelerin not durum belgelerinde yer alması veya sınıf geçmeye etkisi bulunmamaktadır. Buna gerekçe olarak da Türkçenin İngilizce dil becerisi sınavı TOEFL vd. gibi uluslararası geçerliliği olan ve Avrupa dil sınavları derneği ALTE (The Association of Language Testers in Europe) tarafından kabul edilen (Q-mark) standart bir seviye belirleme sınavının olmaması gösterilmektedir. Türkçe sınavlarıyla ilgili çalışmalar Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülmektedir. Bu eleştirilerin önünü kesmek için Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından yabancıların Türkçe dil beceri düzeylerini belgelendiren uluslararası geçerliliği olan standart bir düzey belirleme sınavı yapması elzemdir. Yunus Emre Enstitüsü de ALTE tarafından kabul edilen bir yabancı dil Türkçe seyiye tespit sınavı sınavı yapmaktadır.
Almanya yükseköğretim sistemi içindeki öğrencilerin yaklaşık % 90’ının öğrenim gördüğü 271 üniversitenin bağlı olduğu Almanya Rektörler Konseyi (HRK – www.hrk.de)de Almanya Yükseköğretim Program Atlası oluşturmuştur (www.hochschulkompass.de). Burada yabancı dil Türkçe dışında, Türkoloji ile ilgili olarak önlisans, lisans ve lisansüstü düzeylerde 24, Türkçe öğretmenliği ile ilgili olarak da on ayrı yükseköğretim programı olduğu anlaşılmaktadır.
Almanyada Türkoloji ile ilgili çalışma yapan enstitülerden bazılarında doğrudan Türkoloji eğitimi yapılırken bazılarında da, İslâm araştırmaları, Orta ve Yakın Doğu Çalışmaları veya Orta Asya çalışmaları ile ilişkilendirilen bilim dallarında eğitim verilmektedir. Meselâ, (Berlin-Brandenburgische Akademie der Wissenschaften (BBAW), Turfanforschung) Berlin Brandenburg Akademisi Turfan Araştırmaları’nda, özellikle eski Uygur Türkçesi üzerine çalışılırken, (Humboldt Universität zu Berlin Seminar für Mittelasienwissenschaft) Berlin Humboldt Üniversitesi Orta Asya Çalışmaları Enstitüsü’nde Orta Asya çalışmaları; Heildelberg ve Jena’daki enstitülerde ise İslâm araştırmaları çerçevesinde Türkoloji ile ilgili çalışmalar yapılmaktadır. (Bkz.: Bülent Gül, Türkbilig, 2006/11: 56-117)
Almanya ile kurulan „köklü“ ilişkiler, „tarihi dostluk“21 Kasım 1898 tarihli Berlin Merkezli Die Welt am Montag gazetesinin başyazısında Friedrich Schrader tarafından şu şekilde tanımlanmıştır: “Almanya’nın Hindistanı [yani, sömürgesi] yalnızca Türkiye olabilir. /…/ Sultan, dostumuz olarak kalmalı; tabii onu bir gün zevkle mideye indireceğimiz düşüncesini aklımızın bir yerinde hep saklı tutmalıyız. Dostluğumuz önce elbette tamamiyle fedakârca görünmeli. Türklere demir yolu ve liman inşalarında yardım edelim. /…/ Hasta adam tekrar sağlığına kavuşturulacak, iyice tedavi edilecek öyle ki istirahat uykusundan uyanınca artık tanınamayacak halde olacak. Yani adamakıllı sarışın ve mavi gözlü bir Alman gibi görünecek. Sevgi dolu kucaklamamızla ona öyle bir Alman suyu enjekte ettik ki artık nerdeyse bir Alman’dan ayırt edilemez durumda. Türkiye’nin tabiî mirasçısı bu şekilde olabiliriz/olacağız, üstelik bunu Türkler kendi elleriyle yapacaklar.“ (Bkz.: Şenlik, A. Ş. 2021). Ana Hatlarıyla Almanya Türkolojisi. Ankara, Kırklareli: SAGE & RumeliYA. SAGE: ISBN 978-605-184-355-1).
Almanya’nın geçmişteki bu ve benzer üstenci bakış açısında önemli bir değişiklik olmadığı, geçmişin „hasta adamının“ ayağa kalkmasının istenmediği dönemler dikkatlerden kaçmamaktadır ve bu bakış açısı ikili ilişkilerde de belirleyici, bazen de zarar veren bir hal almaktadır. Almanların ülkede yaşayan Türklerin zaman içinde Alman toplumu içinde eriyerek (asimilasyona uğrayarak) Almanya’nın bir parçası olacağına ilişkin beklentileri devam etmektedir. Almanya doğumlu da olsa, Türkiye kökenli, Türk mentalitesine bağlı öğrenciler okullarda ayrımcı, ırkçı tutumlara maruz kalmaktadır. Türkçenin eğitim kurumlarında kredili ve sınıf geçmede etkisi olan bir ders olarak kabul edilmesi bir yana, öğrencilerin zaman zaman okulların bahçesinde arkadaşları ile Türkçe konuşmaları bile cezalandırılmalarına neden olmakta, ders kitaplarında Türkiye ve Türk toplumunu hakir gösteren konulara yer verilmekte, yakın tarihteki tartışmalı konular öğrencilere ödev konusu olarak verilmektedir.
Türklerin Türkiye’de Almanca öğrenmek istemesi, Almanya’ya büyük bir sempati beslemesi, Almanya’da yaşayan Türklerin de iletişim dili olarak Türkçeyi kullanmaktan vaz geçmemesi, çocuklara ilkokuldan itibaren bütün eğitim basamaklarında Türkçenin ana dili, köken dili, yabancı dil olarak öğretilmesi konularında ısrarlı bir tutumla talepte bulunmaya devam etmesi ve Türkçenin Alman kültürü içinde çok dilliliğin, çok kültürlülüğün bir parçası olarak bir zenginlik olarak kabul edilmesi her iki ülkenin yararına olacak pek çok sonucu da beraberinde getirecektir. Çok dilli ve çok kültürlü çocukların iki ülkenin geleceği için önemli bir kültürel sermaye olacağı unutulmamalıdır. Bu nedenle iki ülke arasındaki eğitim kültür konularındaki ilişkilerin esaslı bir yaklaşımla ele alınması, mevcut kültür anlaşmasının güncellenmesi, yürürlükteki ikili anlaşma ve protokollerin hayatın içinde işlerlik kazanabilmesi için iki tarafın mütekabiliyet çerçevesinde gerçekçi ve çözüm odaklı yaklaşımlarla çalışması elzem görünmektedir.