EĞİTİMYAZARLAR

Ders: Türkçe

Konu: Türkçenin Değeri

31 Ekim 1961. Almanya ikinci dünya savaşı sonrasında iş gücüne ihtiyaç duyduğundan dolayı farklı ülkeler ile işçi göçü anlaşması imzaladı. Bu ülkelerin arasında Türkiye de vardı. Anlaşmanın ve Avrupa’ya ilk göçün üzerinden yıllar geçti. 1962 yılında dedelerimiz, ninelerimiz Anadolunun bağrından kopup  Sirkeci Garı’ndan ellerinde sadece bir tahta bavul ve yüreklerinde umutları ile o uzun yolculuğa çıktılar. Amaç birkaç sene çalışıp, birikim yapmak ve geri dönmekti aslında. Aradan 58 yıl geçti. Türkler birçok Avrupa ülkesinde en büyük azınlık olarak yaşamlarına devam ediyorlar. Şu an Avusturya’ya göç eden Türklerin 4. kuşağı yetişiyor.

İlk kuşağın yanlarında bavulları ve umutları haricinde getirdikleri çok önemli şeyler de vardı elbette. Kültürleri, değerleri, kimlikleri ve dilleri. Doğru veya yanlış, bütün bunları korumak için büyük çaba sarf ettikleri su  götürmez bir gerçek. Ancak, zamanla yaşadığımız ülkelere uyum sağlama, entegre olma çabalarımız sırasında, maalesef kültürümüzü ve dilimizi tam anlamıyla muhafaza edemedik. Daha doğrusu çocuklarımıza özümüzü, kendi dilimizi olması gerektiği gibi aktaramadık. Aslında bizlere düşen vazife değerlerimizi çocuklarımıza anlatmak, onlarında bu değerlere sahip çıkmasını ve sonraki nesillere aktarabilmesini sağlamaktı. Bu noktada en büyük sorumluluk ailelere düşmektedir. Ancak kimi zaman aileler bilinçsizce davranabiliyorlar. Çocuk okulda ve çevresinde Almancayı daha sık kullandığı için, ebeveynler Türkçeyi ikinci plana atıyor ve çocuğun ana dilini ona sağlıklı bir şekilde aktaramıyorlar. Bazen ebeveynler çocuklarının Türkçeyi doğru konuşabildiğine inanıyor ve ortada bir problem olduğunu düşünmüyorlar. Konunun derinine inmeden „ana dil“ terimini açıklamakta fayda var.

Ana dil nedir?

Ana dil kişinin ilk öğrendiği dildir. Bazı dillerde „ilk dil“ ifadesi kullanılsa da, bir çok dil öğrenilen ilk dili „anadil“ olarak adlandırılmaktadır (örn. İngilizce’de „mother tongue“, Fransızca’da „langue maternelle“, Portekizce’de „lingua materna“ vb).

Ana dil erken çocuklukta algılanan, duyulan ve öğrenilen dildir. Bu nedenle ilk sosyalleşme dili, aynı zamanda birey için üst seviye bir dil konumundadır. Çocuk bu dil sayesinde etrafındaki kişilerle iletişim kurduğundan, ilişkisel bir dil olarak da kabul edilir. Ayriyeten temel dil, doğal dil veya ilk öğrenme dili olarak da tanımlanır. Annenin dili anadil demek değildir. Annenin anadili Türkçe de olsa, eğer çocuk ilk önce Almancayı öğreniyorsa, çocuğun anadili Almanca olacaktır.

Bir çocuk özellikle ilk 3 yaş içerisinde bir çok dili aynı anda öğrenebilir ve farklı anadillere sahip olabilir. Örneğin anne ve babanın dilleri farklı ise ve evde iki dil de konuşuluyor ise, çocuğun iki anadili olacaktır. Sadece iki değil, üç, hatta dört ana dile bile sahip olunabilir. Bu noktada tek kriter bütün öğretilen dillerin sırayla değil eşzamanlı öğrenilmiş olmasıdır. Ancak o zaman anadil olarak kabul  edilebilir. Yani çocuk ilk Türkçeyi sonrasında ise Almancayı öğrendiyse, Türkçe anadilidir. Ancak doğduğundan bu yana dek Almancayı da Türkçeyi de aynı anda öğrendiyse, iki dil de anadilidir. Bu durumda kişinin birden fazla ilişkisel dili oluşur. Bu dillerin gelişimi ise dilsel iletişimin yoğunluğuna bağlıdır.

Eğer kişi bir çok anadile veya dile sahipse zamanla bu diller güçlü dil ve zayıf dil olarak iki kategoriye ayrılacaktır. Çocuğun güçlü dili, yani kendisini daha iyi ifade edebildiği ve güvende hissettiği dili, zamanla zayıf dil haline gelebilir. Aynı şekilde bunun tersi de mümkündür. Bu tamamen çevresel  faktörlere bağlıdır. Örneğin eğer bir çocuğun ana dili Türkçe ise, evde ve çevresinde Türkçe iletişim kuruyorsa, bu dil muhtemelen çocuğun güçlü dili haline gelmiştir. Bir zaman sonra okula başladığında ve Almancayı da ikinci dil olarak öğrendiğinde, Almancanın zamanla güçlü dil olarak Türkçenin yerini alacağı muhtemeldir. Çünkü çocuk zamanının birçoğunu okulda Avusturyalılarla geçiriyor, öğrendiği bilgileri Almanca öğreniyor ve sokağa çıktığında Almanca konuşuyor. Bu durumda Almanca daha aktif hale gelir ve kendini daha hızlı ilerletebilir. Fakat kişi iki dilin arasında gidip geliyor, ikisini de yeterli derecede ve doğru kullanamıyorsa, birçok çocukta gözlenen sorunlardan biri olan  ve literatürde “semilingualism” yani “yarı dillilik” olarak adlandırılan durum ortaya çıkar. Yarı dillilikte çocuklar ne Türkçeyi ne de Almancayı hatasız kullanabilirler. İki dilde de kendilerini zor ifade ederler ve hem konuşurken hem de yazarken birçok hata yapabilirler.

Bilim insanları, söz konusu dilleri anadili olarak kullanan kişiler ile düzenli   iletişim kurulduğunda, bu sorunun ortadan kalkabileceğini savunuyorlar. Şu an Avusturya’da, herhangi bir okulda Türkçe derslerinin işlenebileceği bir sınıfın açılması için en az 12 velinin imzası gerekiyor. Ancak birçok veli çocuklarını Türkçe dersine göndermiyor. Bunun sebebini sorduğumuzda ise „Benim çocuğum Türkçe konuşabiliyor, Almancasını geliştirsin“ cevabı alıyoruz. Fakat çocuklarının konuştuğu dilin Türkçe olmadığının farkında değiller. Çocukları gözlemlediğimizde ise görüyoruz ki, birçoğu kendilerini bir takım konularda düzgün ifade etmekte zorlanıyorlar. Şu anki neslin annesi, babası, dedesi, nenesi Anadolunun bağrından kopup buraya gelen insanlar. Haliyle kendileriyle birlikte şiveleri de gelmiş bulunmakta. Ailelerin sahip olduğu Türkçenin şiveli olması, doğru Türkçe aktarımı olmamasına sebep olmakta ve genelde çocukların kullandığı Türkçede de bu hatalar kronik olarak gözlemlenmektedir. Bir de üzerine „Code-Switching“ dediğimiz iki dili karıştırma durumu geldiğinde, ortaya karmaşık bir dil çıkabilmektedir. Bu çok kompleks ve üzücü bir durumdur. Aslında bilim insanları tarafından Code-Switching zararlı birşey olarak görülmüyor. Hatta gayet doğal olarak kabul ediliyor. Ancak bir Türk çocuğunu konuşurken duyduğumuzda kulağa pek hoş geldiğini söyleyemeyiz.

Peki ne yapılabilir?

Türkçeyi doğru öğretmeden önce, kesinlikle çocuklara neden Türkçeyi doğru kullanmaları gerektiğini açıklamak, o bilinci vermek gerekiyor. Türkçenin vazgeçilemez bir değer ve kimliğimizin en önemli parçalarından biri olduğunu anlatmak gerekiyor. İleride meslek sahibi olduklarında, Türkçe dahil her dilin bir önem taşıyacağını onlara anlatmalıyız. Çocuklara „ders çalış, kitap oku, elinde hep telefon var“ gibi ikazlar tek başına çocuk üzerinde pek bir etki yapmaz. Bunun yerine örneğin beraber kitap okuma etkinlikleri yapabilirsiniz. Ailecek bir kitap okuma saati planlayabilir, hergün o saatte ailenin bütün bireyleri bir araya toplanarak Türkçe kitap okuyabilirsiniz. Bunun dışında Türk Edebiyatının önemli isimlerinin belgesellerini beraber izleyebilir, o insanların yazdıkları metinleri beraber okuyup anlamaya çalışabilirsiniz. Misal vermek gerekirse, en basitinden İstiklal Marşıyla başlayın. İlk önce çocuğunuza Mehmet Akif Ersoy’un kim olduğunu tanıtın. Ardından İstiklal Marşını okuyabilir, hatta ezberleyip, şairin ne demek istediğini anlamlandırmaya çalışabilirsiniz.

Bu konuda yapılabileceklere bir örnek daha vermek gerekirse, çocuğunuza bir sorumluluk vermenizin faydalı olabileceğini söyleyebiliriz. Farzı misal, alışveriş listesini çocuğunuzdan hazırlamasını rica edebilirsiniz. Hatta siz eksikleri Almanca söyleyebilir, onun listeyi Türkçe hazırlamasını isteyebilirsiniz. Eksik kaldığı noktalarda, ona yardımcı olmanızda bir beis yoktur. Aynı şekilde çocuğunuzun telaffuzunu düzeltmek için beraber Türkçe radyo dinleyebilir, anlamlı içeriklerden oluşan Youtube videoları izleyebilirsiniz.

Çocuğunuzun hatasını, konuştuğu esnada düzeltmeyiniz. İlk önce anlatmak istediğini, hataları olsa da, anlatmasına müsaade ediniz. Konuşması bittikten sonra hatalarını düzeltebilirsiniz. Eğer cümle arasında böler ve ikaz ederseniz hevesini kırabilirsiniz. Yavrunuzun kesinlikle bir günlük tutmasını ısrarla  öneririm. Ona bir günlük hediye edebilir ve içine gündelik rutininde yaptığı şeyleri veya onun için önemli olan anları yazmasını isteyebilirsiniz. İzin verdiği oranda (sonuçta bu onun özeli), günlüğündeki hataları düzeltebilirsiniz. Eğer bir dil sistemli bir şekilde yazı dili olarak öğrenilmesse, bir başka dile yenik düşme olasılığı daha da artar.

Bir eğitimci olarak en önemli tavsiyem, kesinlikle çocuklarınızı Türkçe dersine göndermenizdir. Birçok veli Türkçe dersinde kaliteli ders işlenmediğini iddia ediyor. Ancak buna dayanarak çocukları Türkçeden uzak tutmak da mantıklı bir çözüm değil. Çocuk kesinlikle „İstanbul Türkçesi“ konuşabilen, telaffuzu düzgün biri ile muhattap olmalı. Eğer bunu sağlayabilirseniz, onun üzerinde anlamlı bir etki bırakacaktır.

Çocuklarımıza dilimizin değerini öğretmeden önce bizim o değerin yeniden farkına varmamız gereklidir. Yazımı  şu cümleyle sonlandırmak istiyorum “Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

ähnliche Artikel

2 Kommentiert

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert