EĞİTİMYAZARLAR

Kutlu Olsun 100. Yıl!

100 Yıl Işığında Eğitim ve Gelişim

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında eğitime verilen değer oldukça yüksekti. Mustafa Kemal Atatürk liderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminde, eğitim modernleşme ve ulusal kalkınma stratejilerinin temel bir unsuru olarak görüldü. Ülkenin kalkınması ve gelişmesi adına birçok yeni reformlar getirildi.

Bunlardan en önemlisi Köy Enstitüleri’nin kurulmasıydı. Köy Enstitüleri, Türkiye’de 1940’ların başında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in öncülüğünde kurulan eğitim kurumlarıydı. Cumhuriyetin ilk yıllarında kırsal bölgelerdeki eğitim seviyesini artırmak, köylüleri çağdaş eğitimle buluşturmak ve tarım toplumu yapısını modernleştirmek amacıyla açıldı. 

ähnliche Artikel

Köy Enstitüleri, öğrencilere sadece temel eğitimi değil, aynı zamanda tarım, hayvancılık, ziraat gibi pratik mesleklerle ilgili eğitim de verdi. Böylece öğrenciler, tarım toplumunda gerekli becerilere sahip olarak köylerine dönüp modern tarım uygulamalarını yaymak amacıyla yetiştiriliyordu.

Köy Enstitüleri, sadece bireysel eğitim değil, aynı zamanda toplumsal dönüşümü de hedefleyerek köylerdeki yaşam standardını yükseltmeyi ve sosyal yapının güçlenmesine katkıda bulunmayı amaçlıyordu. Ancak, Köy Enstitüleri, zaman içinde siyasi ve ideolojik nedenlerle eleştirilere maruz kaldı. 1950’lerde yapılan bir dizi politik değişiklik ve eleştirilerin ardından 1954 yılında kapatıldı.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, Türkiye’nin eğitim sistemini modernleştirme çabaları kapsamında, yabancı uzmanlardan da yararlanıldı. Bu dönemde eğitimde görevlendirilen yabancı uzmanlar, genellikle Avrupa ülkelerinden gelmiş pedagoglar, eğitimciler ve uzmanlardı. Bu uzmanlardan biri de Avusturya’lı mimar Clemens Holzmeister’di.

Holzmeister, Tirol’da doğmuş ve Hallein/Salzburg’da yaşamını yitirmiştir. 1927 ile 1954 yılları arasında Türkiye’de önemli bir etki bırakmış bir mimardır. Viyana Teknik Üniversitesinde mimarlık eğitimi almış ve ülkesindeki mimarlık akademisinde öğretim üyeliği yapmıştır. Ancak, Holzmeister, 1927’de Türkiye’ye gelerek Ankara’da birçok önemli yapıyı tasarlamış ve inşa etmiştir. Bu yapılar arasında en önemlisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir (TBMM).

Ankara, Türkiye’nin başkenti olarak ilan edildiği 1923 yılında, mimari ve altyapı açısından başkent olacak konumda değildi. O dönemde Ankara, 20 bin nüfuslu küçük bir Anadolu kasabasıydı ve başkent kimliğine kavuşabilmesi için ciddi mimari ve altyapı çalışmalarına ihtiyaç duyulmaktaydı. Holzmeister ise devlet yapıları üzerine yoğunlaşmak istemiştir. Kendisi aynı zamanda Anıtkabir ve birçok çeşitli devlet tiyatrosunun da mimarıdır. Mimarlık alanında üniversitelerde etkili bir ün bırakmıştır. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık bölümünde ders vermiştir.

Eğitim ve öğretime, aynı zamanda kalkınmaya önem vererek belirli bir noktaya gelen Türkiye Cumhuriyeti, yıllar içinde birçok Milli Eğitim Bakanı değiştirmiş, aynı zamanda farklı sınav sistemleri getirmiştir. Bu reformlar, eğitimin gelişmesi amacıyla yapılmış olsa da gençlerin sisteme adapte olmalarını giderek zorlaştırmıştır. Eğitim seviyesini yükseltmek adına her ikinci şehire açılan üniversiteler ve eğitimin özelleştirilmesi, eğitim kalitesini yerle bir etmiş ve işsiz üniversite mezunları sayısını gitgide artırmıştır. Bu durum, farklı faktörlerin de etkisiyle, ardı arkası kesilmeyen bir beyin göçüne yol açmıştır. Türkiye’ye gelip eğitim veren profesörlerden, Avrupa’ya göç eden beyaz yakalılara uzanan uzun bir yol…

Göç vermek ve göç almak, Türkiye tarihinde var olan ve olmaya devam edecek olan bir durumdur. Şu an Avrupa’ya çeşitli sebeplerden göç eden birçok beyaz yakalı belirli bir refah seviyesine ulaşsa da, manevi anlamda umduğunu bulamayabilir ve göç süreci bu insanlar için bir hayli zorlayıcı olabilir. Avrupa’nın düzenine ve homojen yapısına uyum sağlamakta zorlanan yeni nesil göçmenler, Avrupa’lı Türkler ile de ortak nokta bulmakta çoğu zaman zorlanabilirler. Nitekim Avrupa’lı Türkler ve Türkiye’li Türklerin yetiştiği sosyal ortam, konuştukları dil ve ilgi alanları farklılık gösterebilir.

Avrupa’lı Türkler arasında Türkiye’yi ve Türk toplumunu iyi temsil edebilmek adına örnek donanımda olan gençlerin sayısı yadsınamaz. Bu gençlerin sayısını çoğaltabilmek için, aileye ve biz öğretmenlere büyük bir sorumluluk düşmektedir.

Kendi hikayemden bahsedecek olursam, okuma yazmayı öğrendiğim ilk zamanlarda babam Türkçe alfabeyi bana öğretmiş ve hem annem hem de babam evde Türkçeyi en iyi şekilde kullanmam gerektiği konusunda büyük çaba göstermişlerdi. Daha ilkokula giderken bana Osmanlı’nın heybetini, Atatürk’ün asaletini anlatmış köklerimin dayandığı ülkeye iyi bir bağ kurmamı sağlamışlar, aynı zamanda yaşadığım ülkeye de faydalı olabilmem konusunda bana vizyon aşılamışlardı. Bunun dışında okulda yaşadığım tüm ırkçılığa ve zorluklara rağmen arkamda duran Türkçe öğretmenimin öğrettiği İstiklal Marşı, Gençliğe Hitabe ve Andımızı küçük yaşlarda Avrupa’da okuyor olmama rağmen öğrenebildiğim ve bana öğretebilen bir öğretmenim olduğu için çok şanslıydım. Hala öğretmenimin bana ezberlettiği Cumhuriyet şiirinin bir dizesi aklımdadır: „Atatürk benim başöğretmenim!“

Gençleri kazanabilmek için, kimin nerede temsil etiklerinin bilincini aşılıyor olmamız gerekiyor. Türkiye’den gelen yeni nesil göçmenlerin Avrupa’da tutunma çabalarını göz önünde bulundurarak, bu çabaya saygı duymak ve örnek almak bile gerekiyor. Köklerinin dayandığı ülkeye bağlarını güçlendirmek, tarihi anlatmak, boş ve aşırı fanatizmden arındırıp bilinçli ve dengeli bir sevgi ve saygı aşılamak gerekiyor.

Ey Türk gençliği! Birinci vazifeni unutma! Muhafaza ve müdafaa etmen gereken şey istiklal! Ve şunu bil ki, bir ülkenin istiklali dışarıdaki temsilcilerine de bağlıdır! Cumhuriyetin 100. yılı kutlu olsun!

 

ähnliche Artikel

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert