BÜYÜMEK DEMEK!
Birgün, şu hayatta yapmak istediklerime bir göz attım. Listem çok kabarıktı başlarda. Yapmak isteyip yapamadıklarım, bilmediğim için cesaret edemediklerim, güç yetiremeyip ertelemek zorunda olduklarım vardı. Anladım ki, her şey bir zamana ve zemine bağlı gibi görünse de işin aslı başkaydı. Anladım ki, hayat,ertelenmeyecek kadar kısa ve ben her an göçecek kadar faniydim. Azmin elinden hiç ama hiçbir şey kaçmazdı ve ben bir yol ayırımında öylece kalakalmıştım. Er ya da geç ya öğrenecektim ya da vazgeçecektim. Sonra öğrenmeyi seçtim ve zamanla öğrenmek bana hürriyetin kapılarını açtı. Ve özgürleştim…
İnsan hayatında yapılacaklar listesinde en başta ne olmalı? desem: „Hayatı anlamak ve ona göre bir yaşam alanı geliştirmek“ denebilir.
Kişinin gerçekleştirebileceği en büyük hedef ANLAMAK İÇİN ÖĞRENMEK olmalı. Çünkü öğrenmek insanı özgürleştirir, bilgisizlik köleleştirir.
Bunu yaparken ihtiyaç duyacağımız en önemli iki eylem „öğrenmek ve uygulamak“ olmalıdır. Bilgi eyleme geçmedikçe harcanan emek ve zaman boşa gider. Sonuç olarak, okumak, düşünmeyi, düşünmek öğrenmeyi, öğrenmekse anlamayı sağlar ve bizi geliştirir.
Gün geçtikçe hızla değişse de her şey, bu dünyanın değişmez kuralları vardır. Onlardan biri de hiç şüphesiz: Bilgi kimdeyse güç ondadır! Kuralı. Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? (Zümer s. 8-9)
Bir gün velilerle yaptığım bir sohbette sorulmuştu: „Çocuklar neden çok soru sorar ve neden çabucak büyümek isterler?“ diye. Tabi işin rengi büyüyünce değişir ve “keşke hep çocuk kalsaydık“ derler. Ama her ne olursa olsun çocuk meraklıdır, doğayı, ağacı, çiçeği, böceği kısacası gördüğü herşeyi sorar. Çünkü konuşmaya başladıktan sonra gördüğü her şey yeni ve ilginç olduğundan öğrenmek ister. Yaşayacağı dünyadaki nesneleri, olayları, kişileri ve kuralları ve aynı zamanda sınırları. Öğrendiğinde daha güvenli basacaktır zemine, farkına varacaktır gücünün ve kendi seçecektir yolunu.
Bu yüzden geçiştirici, yalan yanlış değil, doğru cevabı, doğru zamanda vermek zorundayız. Cevabını sende bulamazsa, gün gelir sormaktan vazgeçebilir veya sanal dünyadan, oyun tuzaklarından öğrenmeye çalışabilir ki, sonuçlarını anlatmaya gerek bile duymuyorum…
Büyümek, bazen anne-babanın kusurlarını görmeyi öğrenmek demektir. Diğer yandan hataları görmeye başlayan birey gelişir. Büyümek iki türkü bir süreçtir. Hem bedenen dışta, hem ruhen içte gerçekleşendir ki, biz buna olgunlaşmak ta diyebiliriz. En bariz hatalar genellikle ergenlik döneminde yapılır. Çünkü bazı şeyler deneme/yanılma yoluyla öğrenilir. Eksik olan şey deneyimlerdir.
Arayışlar, merak edişler zeka belirtisidir. Çünkü insanın mayasında öğrenme arzusu, merak ve kuşku bulunur. Sorgulayan beyin, üretici olur.
Büyümek demek, çok para kazanıp övünmek değil, az parayla büyük ve kalıcı işler yapmak demektir. Büyümek demek az bilgiyle çok ve boş laf üretmek, bilip bilmeden dayatmak değil, az nezaket ve bol saygıyla insana insanca davranmak demektir.
Ve büyümek demek zamana ve zemine inat büyük hedeflere ulaşmaktır!
Her şey değişime uğrar, zamanla. İnsan, tabiat, fikirler, algılar ve hayatın kendisi bile. Sadece değişime açık insanlar araştırır ve sorgular. Araştırmak, özellikle bir konuyu tartışmak aşık olmak gibidir. Bittiğinde başka bir insan olursunuz. Tabi muhattabınız da. Ama en azından konu kafanızda netleşebilir.
Peki insan neden değişmekten korkar?
Hayatı bloke eden sorunların altında yatan şey korkulardır: Otorite/iktidar korkusu, düzenim bozulur korkusu, itibarım azalır korkusu, kalabalık korkusu, dışlanma-saf dışı kalma korkusu, damgalanmak/bir gruba dahil edilme korkusu vs.
Bazı hassas konular vardır ki, o konuda konuşmanızı, araştırmanızı veya yeni bir bakış açısı geliştirmenizi, birileri istemeyebilir ve bloke edebilir. Mesela din/inanç konularında durum böyledir maalesef. Oysa ki din, insanı hayatın gerçekleriyle yüzleştirir ve bunun sonunda hayatında olmaması gerekenleri gündeminden çıkarma cesareti verir. Ne yazık ki, birileri din adına, dini yaşam alanından çıkarmak için bir rafa kaldırmış, deyim yerindeyse (dindar-dini- dar) etmiştir bu millete. Ve oldukça da başarılı olmuştur.
Geçenler de bir arkadaşım: “Genellikle inanan insanlar merak etmiyor, sorgulamıyor, ama sorgulayanlarsa zaten inanmıyor“ demişti.
Ne acıdır ki, bir yanımız inanmak, güvenmek isterken, diğer yanımız inkâra meyilli. Oldukça düşündürücü. Yorumu size bırakıyorum…
Hangi konuda olursa olsun sorgulamak, akla mantığa uyanı almak olmalı hedef. Özellike bizim toplum sorgulayan, araştıran değil, hazıra konan, kolaya kaçan bir toplumdur. Maalesef sonuç ortada. Yüzlerce yıl uyutulmuş, aptal yurduna konmuş bir milletin kaçıncı kuşağını temsil ettiğimiz değil, geldiğimiz nokta önemli. İnsan icraata bakmadan edemiyor. İçimizden ve dışımızdan birileri bizim uyanmamızı hala istemiyor. Tarih gerçeklere şahit. Avrupa ortaçağda kitap basmaya başlamışken, yaklaşık 1440’lı yıllarda Gutenberg’in matbaayı bulmasından hemen sonradır bu başlangıç. Ortadoğu’da bu işler ne zaman başlamış bilemem ama Osmanlı’da ilk kitaplar İbrahim Müteferrika’dan sonra, yaklaşık Avrupa’dan 270 yıl sonra başlamıştır. Hal böyleyken arada hiç de hafife alınmayacak kadar uzun bir zaman dilimi bulunmaktadır.
Oysa Allah’ın ilk emri 610 yıllarında: Oku! Anla, düşün, tefekkür et ve hayata uygula! değil miydi?