Henüz Vakit Varken
Bildiğiniz gibi, 2021 yılı UNESCO tarafından “Yunus Emre ve Türkçe Yılı” ilan edildi. Ahmed Yesevî (ö.562/1162), Hacı Bektâş-ı Velî (ö.1271) gibi Horasan diyârından gelen erenler ve orada yetişen âlimlerin geleneğini sürdüren, Selçukluların son dönemi ve Osmanlıların kuruluş dönemindeki temsilcilerinden ve Türk İslam tasavvuf anlayışının Anadolu’da geniş halk kitleleri tarafından sevilip benimsenmesinde etkisi olan gönül sultanları arasında önde gelenlerden biri olan Yunus Emre (ö.720/1321), Antik Çağ’da yaşamış İyonyalı -Antik Yunanlı değil İzmirli diyeceğim- ozan, İlyada ve Odysseia destanlarının yazarı Homeros’tan (MÖ 9. Yüzyıl) sonra Anadolu’nun gördüğü en büyük değerlerden biridir. Sözleri 800 seneden beri Anadolu insanına yol göstermiş, hayatın bitip tükenmeyen dertlerine deva olmuş, karanlık güne ışık vermiş, yeri gelmiş ibadetlerimizde duamız, yeri gelmiş düğünlerimizde türkümüz olmuştur. Bunları başlı başına duygu, düşünce, mantık ve felsefe dili olan Türkçeye ve Türkçenin yalın anlatım gücüyle sağlamıştır.
Maksadımı anlatabilmek, Türkçemizin önemini vurgulayabilmek için size kısa bir folluk hikâyesi nakledeyim. Kümes ile uğraşanlar bilir; tavukların yumurtlaması için yapılan özel yerlere folluk denir. Tavuklar buraya gelir, yumurtlar, yani yumurtalarını bırakır. Onlara bakanlar da gelir, toplar, pazara götürüp satar ve ekonomisini düzeltir. İnsanların tavukları beslemesinin ikinci bir nedeni daha vardır ki o da yumurtanın yanı sıra, onları et üretiminde kullanmasıdır. Tavuklar da insanlar gibi cinslere ayrılır; büyüklüklerine, yumurtlama durumlarına göre sınıflandırılır; alınan verime göre fiyat biçilir. Tavuğun ekonomik verimliliği çevresel faktörlere bağlı olacağı gibi tavuğun cinsi ve fazla yumurtlaması ile de ilgilidir. Verimi yüksek olarak bilinen tavuklardan bakım şartlarına göre daha az verim elde edilebilir. Bu tamamen sağlanan şartlarla alakalıdır. Bunların içinde Anadolu kökenli atak cinsi tavuk da vardır ki bunlar hem çift sarılı yumurta yapar, hem de olumsuz hava şartlarına daha dayanıklıdır. Anadolu’nun tavukları da insanları gibi cins cinstir. Bunların arasında bir de atabey tavukları vardır; hızlı büyür, 71 haftalık dönemde 320 yumurta verir ve en fazla para kazandıran cinstir.
Tavuk deyip geçmeyin. Tavuklar sabırlı hayvanlardır; parazit ve hastalıklara dayanma güçleri vardır. Et kalitesi yüksek olduğu gibi, gösterişi de makbul ve dikkat çekicidir. Tıpkı yarım yüzyıldan önce istikbal ve ikbal uğruna gurbeti vatan edenler gibi. Burada konuyu değiştirmiyor, düşünmeniz için kapı aralamaya çalışıyorum. Biliyorsunuz, Türkiye ile Almanya arasında işgücü anlaşmasının üzerinden neredeyse altmış sene geçti.
Neyse, biz yine konumuza dönelim. Yunus Emre „Süleyman kuşdili bilir; Süleyman var Süleyman“ derken kast ettiği kuşdili, insanlardaki sezgiyi uyandırmak için kullanılan alegorik bir anlatımdır. Bu ifadeden yola çıkarak; toplumun en küçük çekirdeğinin aile olduğu anlatılır. Yüzyılımızın en önemli yazarlarından, Alman Edebiyatının Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Heinrich Böll (1917-1985) de 1954 yılında yayımladığı Babasız Evler adlı romanında II. Dünya Savaşının yıkımını ve aile konusunu anlatır. Her ev bir kümese benzetilecek olursa; burada barınan ailede baba horoz, anne gurk olmuş tavuk, çocuklar da yumurtadan yeni çıkmış civciv gibi görülebilir. Bu ailenin neslinin devamı için civcivin kendi yemini bulmayı, eşelenmeyi, böcek yemeyi ve güneşten faydalanmayı öğrenmesi gerekir. Temiz hava ve su hayati derecede önemlidir. Bu anlamda toplumsal ve sosyal değerlerin yaşatılması ve yeni kuşaklara aktarılması için ailenin dirliği, milletin bekası için çocukların eğitimi önemlidir.
Yurt dışında yaşayan ailelerimizin de çocuklarını Türk dili ve Türk kültürü ile beslenmesi, çocukların da bu atmosferde büyümesi ve örf ve adetlerimizin gelecek kuşaklara eğitim yoluyla aktarılması elzemdir. Aile içinde Türkçe konuşmaktan vazgeçilir, Türk örf ve adetlerini yaşama ve yaşatma konusuna özen gösterilmezse, Türkçemizin folluğuna, yabancı dillerin yumurtaları konulmuş olur.
Türkçe ve Türk kültürünün egemen olmadığı, kültürel değerlerin gelecek nesillere aktarılacak itibarı görmediği bir ailede yetişen çocukların da kendilerinden sonraki kuşaklara aktaracak bir değeri kalmaz; gelecek nesillerin Türkiye ve Türk kültürü ile bağları kopar. Bu şartlar altında ne uyum tartışmaları ne de köken dili veya ana dili konularını gündeme taşımak fayda eder.
Avrupalı Türk kardeşlerim; gelin, toprak ağalarının el koyduğu zengin, bitek Çukurova topraklarından bir avuç yere sahip olamadığını, içindeki acıyı “Sarı sıcağın alnında, kırk çeşmenin ortasında susuzluktan kırıldık.” diye mezar taşına yazdıran Çukurovalı ırgatın durumuna düşmemek için sahip olduğunuz imkânları iyi değerlendirerek, bugünden geleceğe hazırlık yapın. Unutmayın ki “demiri tavında dövmek” gerekir. Emek verenlerin kadrini, kıymetini bilip, henüz imkân varken çocuklarımıza Türkçeyi ve Türk kültürünü öğretmekten imtina etmeyin. Dördüncü kuşağın okula başladığı bu kritik dönemde ortak aklın önereceği çözüm, Türkçeye sahip çıkmaktır. Böyle devam ederse, gelecekte Türkçe anadili değil de her hangi bir yabancı dil gibi görülmeye başlanacak, kuşaktan kuşağa unutulmaya yüz tutacaktır.
Çocukları okullarda ücretsiz verilen Türkçe derslerine götürmenin, onların kültürel çalışmalara katılmasının, konu komşu ile gezmelere gitmekten, çarşı pazar dolaşmaktan daha anlamlı olacağını; bugün külfet gibi gelen bu işlerin aslında geleceğinize yatırım olduğunu göz ardı etmeyin. Çocukların eğitimini, Türkçeyi her şeyin önüne koyun. Bugün uzak görünen, gelecek denen zaman geldiğinde, bugünkü varlığın kıymeti, darlığa, pişmanlığa dönmesin. İş işten geçtikten, teker kırıldıktan sonra yol gösteren çok olsa da söylenen sözler kırılan tekeri onarmaya yetmez. Seyrani, “Aşkın ipliği ile dikilen dikiş, mahşere kadar sökülmez imiş” diyor. Yaşadığınız bu diyarda saygı görmek, toplumda kabul edilmek, Anadolu deyişiyle “adam yerine koyulmak” için eğitime yatırım yapın, Almancayı öğrenin, hem de çok iyi öğrenin; ama kendi dilinize, öz kültürünüze de aşk ile derin bir sevda ile sahip çıkın, değerlerimize sırt çevirmek yerine onunla kucaklaşıp, kadim kültürümüzü kuşaktan kuşağa aktarmaya devam edin. Doğru hedefe eğri okla nişan alınmayacağını da unutmayın.