YAZARLAR

SESSİZLİK

Sessizlik sesiniz olmasın!

Kulaklar çift yönlü çalışır; içe ve aynı zamanda dışa doğru. Görmek istemeyince gözümüzü kapatırız, göz kapaklarımız imdada yetişir. Ama kulak öyle mi, sesi algıladığı anda yetiştirir beyne. İşitmenin objesi ses, görmeninki renktir. Anne karnındaki bebeğin görme duyusundan önce işitme duyusu gelişir. Her ikisi de farklı organların işlevi olsa da beyne ilettikleri dalgalar sayesinde algılanırlar.

Hatta ses o kadar etkilidir ki, titreşimler halinde dalga dalga yayılarak hem kulakta hem tüm vücutta hissettirir kendini. Ses çok kuvvetlidir ve engellenemez bir duyudur. Hem başkalarının, hem kendi iç sesimizin mahkûmuyuz. İnsan her nedense hep dış dünyadan gelen sese kulak verir. Çok az insan kendi sesini dinler. Çünkü çoğu insan kendi iç sesinden korkar, rahatsız olur. İç sesinin en bariz özelliği insanı düşünmeye itmesidir ki, çağımız insanının çok az yaptığı şeydir „düşünmek“. Bazen sessizlik güzeldir, ruhu dinlendirir.

Ancak yaşadığımız hızlı ve gürültülü hayatta, durup dinlenmeye kendi iç sesimizi duymaya vakit ve imkân yok gibidir. Hızlı yaşamak modern hayatın ritmine ayak uydurmak demektir. Nerdeyse toplumun yüzde doksanı kendisi için ayarlanmış yer ve zamanlarda iş dünyasında kaybolmuştur adeta. Bunun yanında aile ve sorumlu olduğu diğer insanlar da vardır. Vakit hızlı akarken, görüntüler değişir. Takibinde zorlanan insan, ya birşeylere yetişemeyeceği veya geç kalacağı hissine kapılır. Çok garip ama çelişkili bir hayatında tam ortasındayız: Her şeye yetişmeye çalışırken, hiçbir şeye yetişememek veya her şeye sahip olmaya çalışırken hiçbir şeye sahip olamamak…

Ancak son günlerde yaşadıklarımız, duyduklarımız dünyanın neredeyse tamamını etkiledi. Birçok şeyin eksikliğini hisseder olduk, kaygılarımızla korkularımız an be an yer değiştirir oldu. Hayatın hız ve gürültüsü sonunda kendini sessizliğe bıraktı. Dirilerle ölüler aynı sessizlikle buluşmuş gibi, sokaklar adeta boşaldı, alışveriş merkezleri, hastaneler ve insanın tüm hareket alanı birden durdu. Tıpkı zombi filmlerinin senaryoları gibi. Geleceğe dönük tüm planlar alt üst oldu. İnsan her öksüren aksırandan şüphelendi, tedirgin oldu. İnsanlara bu kadar yakın yaşayıp, uzak durmak, mahşeri kalabalıklardan kaçmak zorunda kalmak, sosyal bir varlık olan insan için oldukça düşündürücü ve ürkütücü… Hiç beklenmedik bir anda sessiz sedasız gelen  bulaşıcı hastalık ve hazırlıksız yakalanan insanlık…

İnsanoğlu gözle göremediği bir organizmadan korktu, acizliğinin farkına vardı. Bilim ve     teknikte ne kadar ilerlerse ilerlesin, bazı şeylerin önüne geçemeyeceğini anladı. Günlük hayatımızı geriye sarmaya veya bir film şeridi gibi hızlandırmaya gücümüz yetmez. Ama topluca gelinen bu noktada, hayatımızda daha nelerin değişeceğini kestiremediğimiz için, büyük değişikliklere hazır olmak durumundayız.

Herkes hem kendiyle, hem başkalarıyla kavga eder halde. İnsanlar kendini dünyaya sığdıramadığı için, dünyayı değiştirmeye çalışıyor.

Toplumun geçirdiği ekonomik ve sosyal değişim hayatın her alanında tesiri yıllarca sürecek bir iz bırakacaktır. En azından bunların sürpriz olmayacağını kabul etmeliyiz.

İnsan kendi faniliğinin farkına vardıkça, varlığının önemini ve yaptıklarının ne denli sorumluluk getirdiğini farkeder.

Hayat çözülmesi gereken bir sorun değil, aksine her günü ve anı olabildiğince makul ve duyarlı yaşamaktır. Olası değişikliklere karşı soğukkanlı olabilmek, imkânlar dahilinde hareket etmektir. Ve hala nefes alıyorsak, yaşamak için bir umut taşımak, fani de olsa hayata tutunmaya çalışmaktır.

ähnliche Artikel

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert