EĞİTİMYAZARLAR

Şeytan İnsana Düşmandır

Yaşadıkça daha nelere tanık olacağız kim bilir… Bu defa masum bir sokak köpeğine kumpas kurulmuş. Kendi halinde, aşıları tam, insanlarla beraber olmayı seven ve İstanbul’da toplu ulaşım araçlarında dolaşmasıyla ün kazanan köpek Boji, ilginç bir haberde gündeme geldi. Boji toplu taşım araçlarını kirletiyor diye suçlandı. Kamera kayıtlarına bakıldığında, bir şahsın cebinde taşıdığı pisliği koltuğa bıraktığı ve hayvana suç atmaya çalıştığı anlaşıldı. Belediye de artık pes deyip, uluslararası bir üne kavuşan Boji’yi sahiplendirmek için duyuruya çıktı. Bir özel öğretim kurumu da hayvanı sahipleneceğini ilan etti.

Büyüklerimiz böyle bir şey duyulduğunda “Başımıza taşlar yağacak!” diye iç geçirirdi. Hayat böyle, beklemediğiniz karşınıza çıkar, olmaz dediğiniz oluverir; yaşama sevinciniz, ışığınız olur. Derken bir başka yerlerden uzanan bir başka el sizin hayata ve insana dair taşıdığınız bütün umut ışıklarını söndürmeye yeltenir. Söndürür demiyorum, söndürmeye yeltenir. Enerjinin kaynağı tükenmedikçe, bir el bir anahtarı kapatsa, diğer el öteki taraftan açar. Toplum bilinci bu kötü niyetli elleri kırar. Kimi buna “adalet”, kimi “ilahi adalet” der ve “Allah’ın adaleti” er ya da geç tecelli eder.

Çalışma hayatında yaşananlar da farklı değil… Her zaman meritokrasi kuralları yani yönetimde, kişilerin yetenek ve bireysel üstünlüğü ilkesi, liyakatin öne çıkarıldığı bir sistem çalışmaz. Zaman zaman bazıları terfi alırken bazılarının çalışması dikkate alınmaz; ilişki kurabilenler terfi eder, zam alır. Örneğin aynı anaokuluna giden iki çocuk büyüyüp iş hayatına atıldıktan sonra, patron olanın sıradan bir çalışan olan arkadaşını sırf çocukluk arkadaşı diye teşvik ve terfi ettirmesi, günlük hayatta adam kayırmacılık olarak adlandırılır… Yahut yöneticiler ile çalışanlar arasındaki inanç sistemi, akraba, eş dost tavsiyesi, hemşeri ilişkileri, kimlik gibi ortak bir takım özellikler hak edilmemiş bir terfiinin nedeni olarak anlatılır. Bu durum sosyologlar tarafından “kültür eşleştirme” diye adlandırılır.

Bazen bazıları iş yerinin sosyal dinamiklerini, kişiler arası ilişki zincirini kullanmakta son derece mahir davranabilir. Çalışmak yerine sosyal zekâlarını kullanırlar ve bu yolla elde ettikleri makam ve mevkiinin verdiği güçle kendilerini kaybedebilirler. Bunlar bir makama geldikleri veya getirildikleri andan itibaren, sosyal psikologlar David Dunning ve Justin Kruger tarafından ortaya koyulan ve Duning-Kruger Etkisi olarak tanımlanan bir tür bilişsel önyargı geliştirerek, kendi yetersizliklerine karşı kör olma eğilimi göstermeye başlarlar. Eğer bu kişiler eksiklerinin farkına varır ve içinde bulundukları durumdan vicdanen rahatsız olurlarsa, elde ettikleri pozisyonu kaybetmemek için, alt kademelerdeki çalışanlara yardım ederek, bir yandan işbirlikçi çalışmayla işi öğrenmeye, öbür yandan bulundukları pozisyondaki işlerin aksamadan yürütülmesini sağlamaya çalışırlar. Böylece kurumdaki gençlerin yetiştirilmesine de katkıda bulunarak, bir nevi vicdanlarını aklama yoluna giderler.

Bu kişilerin terfi edip belli bir pozisyona gelmesini memnuniyetle karşılayanlar, ağırlıklı olarak işbirlikçi yakın çevresi olur. Yakın çevresindeki sinerjiyi gören ve geleceğe ışık tutmaya çalışan takım arkadaşlarına, daima ileriyi hedefleyen fikir yolcularına rehber olacakken, kendine verilen destekleri kendi kerameti sanıp her geçen gün biraz daha bencilleşir, kendine rakip olarak gördüğü veya gözüne kestirdiği muhtemel rakiplerini kıskanmaya, onları sıradanlaştırmaya, itibarsızlaştırmaya çalışırlar. Kendi başarısızlıklarını da yakın çevresindeki çalışma arkadaşlarına mal etmeye başlarlar. Hâlbuki insanoğlunun bulunduğu makamda öyle olması gerekir ki “onu öldürmeye gelen onda hayat bulsun”. Ömer’in Peygamberimizi (SAV) öldürmeye gelip Müslüman olarak döndüğü ve nihayetinde yaşarken cennetle müjdelendiği gibi…

Ünlü İslâm düşünürü, mutasavvıf, yazar ve şair Muhyiddin İbnü’l-Arabî (1165-1240) “En sağlam direniş, kalbi temiz tutmaktır” der. Kalbi kirleten en önemli duygulardan biri de kıskançlıktır. Kıskanmak insanın içini yakıp kavuran bir ateştir. İnsanlar kıskanmak yerine, iyiyi örnek almayı deneseydi belki içten içe büyüyen fesatlıklar son bulur; birlikte çalıştıkları insanların kendilerine vereceği destekle başarı basamaklarını gönül kırmadan daha kolaylıkla çıkarak yükselebilirlerdi. Töremize göre de büyük meziyetlere sahip olmanın en gerçek alameti, hasetsiz olmaktır. Hz. Ömer’in (RA) insanlığa tavsiye niteliğindeki «Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz. Amelleriniz mizanda tartılmadan önce siz onları vicdanınızda tartınız. Allah’a arz olacağınız büyük hesap günü için kendinizi salih amellerinizle süsleyiniz.» sözünü özellikle sorumluluk sahibi olanların unutmaması tavsiye edilir.

Samipaşazade Sezai (1860-1936)’nin Sergüzeşt adlı eserinde anlattığı gibi[1]; “yoksun olduğu her erdemi büyük bir düşmanlıkla kıskanan, çevrede gördüğü bütün güzel insanları, onların en temiz duygularla anlattıkları dertlerini, sıkıntılarını terbiyesiz ve aşağılık kişiliğine yakışır bir şekilde adice kullanarak, onlardan güya öç aldığını düşünen” olumsuz örneklerden kaçınmak gerekir. Kişi, bireysel eksikliklerini bu yolla gidermeye çalışmamalıdır. Bu duruma tanıklık edenlerin böyle sorumsuzca davrananların hazin sonlarına yazık bile dememesi, Yaşar Kemal’in söylediği; “İnsanoğlu çiğ süt emmiştir. Her kötülüğü yapar, her iyiliği de yaptığı gibi.” sözünü de kulağına küpe etmesi gerekir.

Makam ve mevki sahibi olunca, marifet; has bahçelerde nilüfer çiçeği yetiştirmek değil; kıraç topraklarda gül açtırabilmektedir. Olaylar ve olgular önyargısız ele alınabilirse, birlikte çalışılan paydaşlar ve insanın fıtratında olan ve kimi zaman ortaya çıkabilen patavatsız, hoyrat tutumları hoş görmeye çalışır, belki kendini geliştirmesi için yeni bir fırsat daha verir. Ama kişi meydanı adeta boş bulup, küstahlıklarında sınır tanımaz hale gelip, edepsiz birine dönüşürse, durumlar değişir. Şeyh Sadi-i Şirazi (1210-1292) bu kişileri senelerce önceden “Kötüler kendilerine tahammül edildikçe, daha çok azarlar.” diye tanımlamış. O zaman kötüyü azdırmayacaksınız. Söz muhatabına yapılırmış; elbette anlamanın da anlatmak kadar kapasite ile sınırlı olduğunu göz ardı etmeden…

İnsanlar bir fırsata nail olurlar ve bu fırsatı iyi değerlendiremezlerse, sergiledikleri olumsuzlukların, mazlumların ahını aldıkları günün hesabını verdikleri günleri de gösterir ona o fırsatı veren ilahi güç. O zaman geldiğinde başkalarının onur ve şahsiyetlerinin ayaklar altına alınmasına aldırış edilmeden yapılan densizlikler de sırayla ortaya çıkar. Hz. Peygamber “müminin feraseti karşısında dikkatli olun, çünkü o Allah’ın nuruyla bakar” derken Müslümanlar için aklın ideal halini de açıklamıştı. Feraset zıtlıklarda tecelli eden vahdeti anlamaktır ki o da bu tür kifayetsiz muhterislerde ne yazık ki Allah vergisi olmuyor, sonradan da kazanılamıyor.

İfade-i meram ederken şu hususu atlamayalım. “Zalimlerin hiç yardımcısı yoktur” (Al-i İmran, 192). Dediğimiz gibi; Allah’ın adaleti şaşmaz; bütün kalbimizle inanıyoruz ki ilahi adalet karşısında Allah’tan korkmaz, kuldan utanmazlar er ya da geç yerle bir olmaya mahkûmdurlar.

Oryantalist Zeliha Eliaçık “Bir insan bir şeye sahipse, hatta gerçekten oysa haykırmıyor bağırmıyor ve biz onu görüyor hürmetle bakıyor, yanında duruyor, onda olanı teslim ediyoruz. Şımarmıyor, inkâr da etmiyor, varlığına devam ediyor. Güzel güzelle bakışır; çirkinin güzelle karşılaşmaya tahammülü yoktur.” diyor (@zelihaeliacik. 12.11.2021). Hazımsız insan olduğu şey ile olmak isteyip de olamadığı şey arasındaki boşlukta yalpalayıp durdukça, çok istediği ve erişmeyi hayal ettiği makam ile bulunduğu yer arasındaki boşlukta bunalmaya, yok olmaya ve nihayetinde, devenin diken yerken damaklarından akan kandaki tuzdan aldığı hazla kendini tükettiği gibi, yok olmaya mahkûmdur.

Lev Nikolayeviç Tolstoy (1828-1910)’un dediği gibi; „İnsanoğlunun değeri, bir kesirle ifade edilecek olursa payı gerçek kişiliğini gösterir; paydası da kendisini ne zannettiği. Payda büyüdükçe kesrin değeri küçülür.“ Niyeti kötü olanın attığı ok kendine döner. Nefsine hâkim olan insan hadiselerin neden ortaya çıktığını fark ederek büyük bir sınav ve amaç üzere dünyaya ve hadiselere bakmayı öğrenir. Dolayısı ile Allah’ın sevdiği kulunu çevresi ile sınadığını bilir.

Nihayetinde “Herkes kendi mizaç ve karakterine göre iş yapar. Rabbiniz kimin doğru bir yol tuttuğunu çok iyi bilmektedir.“ [İsrâ 84. Ayet 9]. Âlemin tabiri Hakk’tır. Bu satırları okuyan her kimse kendi halinin gerektirdiği yolda yürüsün. Yaratan, kimseyi aydınlık vicdanlardan ayrı tutmasın.

[1]Samipaşazade Sezai. Sergüzeşt. İstanbul: Lacivert Yayıncılık Antik Dünya Klasikleri: 70-9. E-ISBN 978-605-5656-51-5

 

ähnliche Artikel

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert