EĞİTİMYAZARLAR

Almanca Sınıfları Almanca Öğretiyor… Peki Sorun Nerede?

Uzun süredir farklı tartışmalara konu olan Almanca teşvik sınıflarına karşı süren direniş, birçok bakımdan cevapsız kalmış olsa da devam etmektedir. Alanında iyi eğitimci ve siyasiler tarafından desteklenen Almanca teşvik sınıflarına karşı sürdürülen kampanyalar devam etmekte ve hatta sınıfların yarattığı olumsuzluklar hakkında belgeseller çekilmektedir. Bütün bunların arkasında yatan amaç, bu sınıfların neden faydadan çok zarar getirebileceğini anlatmaktır.

Peki sorun nerede? Çocuklar bu sınıflarda Almanca öğrendikten sonra normal sınıflara kabul edilip eğitimlerine daha iyi devam etmiyorlar mı? Çocuklarımız Almanca öğrenmesin mi? Bütün bu tartışmaların ana odak noktası aslında yeni bir dil öğrenmek. Özellikle yaşadığımız ülkenin dilini öğrenebilmek değil mi? Peki neden bu kadar insan bu sisteme karşı çıkıyor?

Almanca teşvik sınıflarıyla bir kez daha gözler önüne serilen bir gerçek var. Avusturya’da entegrasyonun anahtarı dil olarak kabul edilmektedir. Entegrasyon terimi ortaya atıldığından beri „DEUTSCH LERNEN!“ ifadesi hafızalarımıza kazınmış bulunmaktadır. Fakat Fleck (2013: 17) buna zıt bir görüş ileri sürmektedir. Bireyler toplumda kabul gördüklerinde ve korkusuzca hareket edip etkileşimde bulunabildiklerinde ilgili dil için motivasyon kazanırlar. Bu şekilde dil eğitimi yetişkinler ve çocuklar için işlevsel olabilir. Fakat Avusturya’da bu gerçek göz ardı edilmekte ve tek taraflı bir eğitim dili üzerinde odaklanılmaktadır. Oysa bizim çocuklarımız tek bir dil ile iletişim kurmuyorlar. Çocukların ana dillerinin tanınmadığının ve değer görmediğinin en büyük göstergelerinden biri olan Almanca teşvik sınıfları dışarıdan göründüğü kadar masum değiller.

Göç ve eğitim tartışmalarında genellikle dil eksiklikleri ve çeşitlilik gibi terimler ön planda tutularak insanların farklılıkları sabitlenirken göç geçmişi olan insanlar damgalanırlar (Knappik/Mecheril 2018: 175). Farklılıklar en güçlü şekilde dil kategorisi üzerinden ortaya çıkar ve vurgulanırlar. Çok dilliliğe ve çeşitliliğe fazlasıyla negatif anlamlar yüklenirken yeni göç pedagojisi çerçevesinde çok dillilik ve hibrit kimlikler bu çağın normali olarak kabul edilir. Bu demektir ki, anormal olan bizim çocuklarımız değil, yeni çağda yetişen çok dilli hibrit kimlikli çocuklara ayak uyduramayan eğitim sistemidir. Mevcut sistem çok dilli çocukların ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır.
Normlar tamamen siyasi ve toplumsal gelişmelere göre oluşur. Toplumda güç kimdeyse normlar ona göre şekil alırlar. Normun dışına çıkanlar ise „bizden olmayanlar“ olarak adlandırılırlar. Buna diller de dahildir. Çoğunluk toplumda konuşulan dillerin dışına çıkan her türlü dil, aksan, şive ve ağız anormal olarak görülür. Böylelikle bir dil hiyerarşisi de oluşur (Mar Castro Varela/Mecheril 2010: 42). Çok dilli olmanın avantajları göz ardı edilir ve birden bire çok dillilik aşılması gereken bir sorun haline gelir. Hal böyle olunca çocukların konuştukları ana dillerin de pek bir anlamı ve değeri kalmaz.

Avusturya gibi bir ülkede başarılı olmak için Almancayı kuşkusuz çok iyi derecede konuşmak gerekmektedir. Almanca sınıflarına karşı çıkan bilim insanları da zaten çocukların Almanca öğrenmesine karşı çıkmadıkları gibi çocukların aldıkları Almanca eğitimine de karşı değillerdir. Kabul edilmeyen nokta tamamen yöntem ile ilgilidir. Yukarıda anlattığım gibi çocukları „aşılması gereken bir sorun“ olarak gören bir sistem ve çocukların kendi benliklerini görmezden gelen bir eğitim metodu uzun vadede pek de başarılı olamaz. Birçok parlak zekâlı çocuğun Almanca teşvik sınıfları sebebiyle yaşadığı mağduriyet ve görmezden gelinmesi gerçeği yadsınamaz.
Uygulanan bu yöntem çocuklara bir taraftan Almanca öğretebilir, fakat diğer taraftan onların bu toplumun bir parçası olmadıkları gerçeğini her gün her derste hatırlatır. Bu duyguyu alan bir çocuğun, aslında bu metot ile amaçlanan şeye, yani entegrasyona, ulaşması daha zor olacaktır. Bu yüzden daha sağlıklı bir sisteme geçiş yapılması gerekmektedir. Okula başlamadan önce iki yıl kadar verilecek bir Almanca eğitimi daha sağlıklı olacaktır. Ülkeye sonradan gelen çocuklar için ise, ayrı sınıflar açmak yerine, ek olarak Almanca dersleri sunulması doğru olacaktır. Tabii bunun için yeterli bütçe ayırmak gerekecektir.

Göç toplumlarında eğitim veren iyi bir eğitimcinin ana görevi çocuklara farklılıkları üzerinden yaklaşmak ve onları kategorize etmek değildir. Aksine, önce göç toplumunda kendi yerini ve ön yargılarını sorgulamak, güç mekanizmalarındaki yerini belirlemek ve çocukların kullandıkları bütün dil biçimlerini teşvik edici bir eğitim vermektir.

Kaynakça: 

Fleck, Elfie (2013): Zur Situation von lebensweltlich mehrsprachigen SchülerInnen: aktuelle Lage und neuere Entwicklungen in der Bildungspolitik. In: Ruth Wodak/ Martin Stegu (Hg.). (2013): Sprache im Kontext. Frankfurt am Main: Peterlang. S.9 – 28.

Knappik, Magdalena/Mecheril, Paul (2018): Migrationshintergrund oder die Kulturalisierung von Ausschlüssen. In: Dirim, Inci/Mecheril, Paul (Hg.): Heterogenität, Sprache(n), Bildung. Bad Heilbrunn: Julius Klinkhardt, S. 159-178.

Maria do Mar Castro, Varela/Mecheril, Paul (2010): Grenze und Bewegung. Migrationswissenschaftliche Klärungen. In: Mecheril, Paul/Andresen, Sabine/ Hurrelmann, Klaus/Palentine, Christian/Schröer Wolfgang (Hg.):  Migrationspädagogik. Weinheim: Beltz, S. 23-42.

ähnliche Artikel

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert

Lesen Sie auch
Schließen