YAZARLAR

Ailenizin Kıymetini Bilin

HAYAT SONRALARI SEVMEZ

Aile insan hayatında çok önemlidir; adeta hayatımızın anlamıdır. Günümüzün gelişmiş iletişim araçları uzakları yakın etse de insan sevdiğini canı isteyince sarılıp kucaklayamadıktan sonra, uzaklar yakın olmuş neye yarar. Jean-Luc Godard’ın deyişiyle “Artık sadece iletişim araçları var, iletişimin kendisi yok.” İletişim insandan insana olduğu sürece haz verir. Aile bu anlamda sarılıp koklayabileceğin insanların olduğu, sun’i muhabbetten uzak, sevgiyle yeşeren bir sosyal ortamdır.
Aile, içinde herkesin aynı düşüncede olması yerine, bireylerin farklı düşünce ve kanılarını özgürce dile getirdiği ve bu farklılıklardan rahatsız olmak bir yana, fertlerin kişisel gelişimlerine katkı sağlanan sosyal ortamlardır. İleri sürülen farklı görüşlere katılmasak bile sahibine anlayışlı yaklaşmak gerekir. Anlayış, her derdi çözen anahtardır. Michel Foucault “Bir yerde herkes birbirine benziyorsa, orada kimse yok demektir.” diyerek, herkesin aynı düşünmesi yerine farklı düşüncelerin ufuk açıcı olduğuna dikkat çeker. İnsanlar huzuru aile içinde bulur. Bazen, özellikle ergenlik dönemindeki gençlerin zihninden geçenlerle yaşadıklarının örtüşmemesi, onları iki farklı dünya arasında serseme çevirip; yorgun, bitap düşürse de aile mefhumundan vazgeçmeye yöneltmemelidir. Bu duygu ortadan kalktığında insan kendini “Dost mu kaldı artık. Herkes menfaatinin peşinde koşar olmuş. Ne olduğuna değil, ne verdiğine bakar olmuş” diye bir yanılsamaya kaptırır. Aile biter; aile bittiğinde toplum biter.
Değerini tam olarak bilemediğimiz zamanlar olsa da her şartta yanımızda kalan, bizi sadece biz olduğumuz için seven ve karşılıksız kabul eden, ne olursa olsun bizi terk edip gitmeyen de ailemizdir. İnsan aile içinde mutlu olur yahut öyle olmalı. Aile olmak zor, aileyi yaşatmak ve ayakta tutmak daha zordur. Sabır ister, ilgi ister, sevgi ister, hoşgörü ve kabulleniş ister. Aile denilince bir başka çarpar insanın kalbi. Buna rağmen en çok da aileye karşı duygular saklanır. Aile içinde birbirimizi sevdiğimizi söylerken çokça cimri, içimizdeki öfkeyi anlatmada bonkör davranırız nedense. Mutluluğu dışarıda aramak yerine bizi sarıp sarmalayan ailemize dönmeyi nedense geç aklederiz. Charles Bukowski’nin tespitine göre, “mutsuz insanlar yorgun olur; hiçbir şey yapmak istemezler.” Oysa hatalarımızı hoş gören, dışarıda karşılaştığımız kuvvetli fırtınalarda ayaklarımızın yerden kesildiği anlarda, huzuru ve güveni aradığımız güvenli limanımız ailemizdir.
Aile içinde mutluluk güven duygusuna bağlıdır. Karşılıklı güven çok önemlidir. Bu duygunun bebek gibi ilgiye, bakıma ihtiyacı vardır. Kaybolduğunda “Hayatta kimseye güvenmeyeceksin, babana bile…” demek durumunda kalır insan. Victor Hugo’ya göre. “…kime iki defa güveneceğini hesaplamalı insan.” ve insanlara ikinci bir şans verilmesi gerekir.
Paulo Coelho tam da bu anda “Hatalarım orijinal olmalı. Eğer öncekilerin tekrarıysa, hiçbir ders çıkarmamışım demektir.” derken; Arthur Schopenhauer da “Dünyanın en yoksul insanı, paradan başka hiçbir şeyi olmayandır.” deyip, hayatta yegâne servetin para olmadığını hatırlatır. Aile bireylerimiz bizi sadece biz olduğumuz için sever ve kabul eder. Bu nedenle aile olmak dünyanın en zor ama en güzel hissidir. Bu duyguyu ancak gerçek bir aile olduğunuz zaman hissedebilirsiniz. Ne kadar muhteşem bir duygunun içinde yaşadığınızı ve bu duyguyu hayatınızın sonuna kadar asla kaybetmek istemeyeceğinizi duyumsarsınız. Bu duygu maddi menfaatlere bağlı değildir. Nazım Hikmet’in “Cebimde yoktu, yüreğimden verdim.” sözü bu paylaşıma güzel bir örnektir.
Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş da “İnsanın sevdiğini kaybetmesi, dişini kaybetmesi kadar ilginçtir. Acısını o an yaşar, yokluğunu ömür boyu.” diyerek insan ilişkilerinde sevilenin önemini anlatır. İnsan ilişkilerinde “gerek yokken yanında, ihtiyacın olduğunda uzakta” olanı değil, Tolstoy’un dediği gibi, “hayatına girdiğinde hayatını aydınlatanlara” öncelik vermek lazım, hayatından çıktığında rahatlatanları değil.
“Bazı insanlarla konuşmak, sorunlarla yüzleşmek zordur; mutlaka sen haksız çıkarsın. Çünkü onların galip gelecekleri ikinci bir yüzleri daha vardır.” diyen Bernard Shaw’ı haklı çıkarmak zorunda olmasanız da insanın bazen yaşadıkları ile yüzleşmesi gerekebilir. Aile içinde gerekli gereksiz tartışmalardan uzak durmak da hayatın huzuru ve saadeti için gereklidir. Dünyada iyilik ve kötülük birbirini dengeleyen iki terazi kefesi gibidir. Burada dengeyi bozan iyiler veya kötüler değildir. Hayat Albert Einstein’ın gözlemine göre, “seyirci kalıp, hiçbir şey yapmayanlar” yüzünden tehlikeli bir yere dönüşüyor. O nedenle, aile olabilmek, bazen hakem olmayı, uzlaştırabilmeyi de becerebilmektir.
Platon der ki “Düşünceli olun, çünkü karşılaştığınız herkes hayatta en az sizin kadar zorlu bir mücadele veriyor.” Aile içinde sorunu değil, huzuru aramalı insan, küçük şeylerde derdi değil, mutluluğu görmeli. Cemal Süreyya’nın dediği gibi; insan “Deniz gibi berrak coşkulu, alabildiğine mavi, umut dolu” olmalı. Goethe’yi haklı çıkarırcasına, “İster kral, ister köylü olsun; dünyanın en mutlu insanı evinde huzur olandır.” Evde huzur bulmak için aile olmayı, her bir bireyin diğerine sımsıkı sarılmayı öğrenmesi gerekir. Aile içinde insanların birbirinden saklısı gizlisi olmaz. Çocukluğumuzda severek okuduğumuz Pinokyo’yu hatırlayın. “Tahta diye küçümsenen Pinokyo’nun yalan söylerken burnu uzuyordu. Şimdiki insanların yüzü bile kızarmıyor” diyen Paulo Coelho’nun hakkını vermek lazım.
Bu arada, dış görünüşünüz neye benzerse benzesin, nezaket sizi dünyanın en güzel insanı yapar. Hz. Ali’nin de buyurduğu üzere, “Unutmayın ki güzel bir karakter; güzel bir yüzden daha uzun ömürlüdür.”
Kinsun, “İnsanı farklı yapan, affettikleri, güçlü yapan sabrettikleri, kendisi yapan vazgeçtikleridir.” der. Bu nedenle insan ne istediğini, neyi ne zaman isteyeceğini, sınırlarını iyi çizmelidir. Bazen bütün bunları anlamak, yaşamaktan, tecrübe etmekten geçer. Bazen de her şeyi olduğu gibi kabul edip, olayları akışına bırakmak, zorlamamak lazım gelir; kim bilir?
Son olarak, aileyi ayakta tutan kadındır, annedir. M. Doğan Cüceloğlu’nun ifadesi ile “Annen yoksa, kimsen yoktur.” Paulo Coelho der ki “Hayat bazen insanları, birbirleri için ne kadar çok şeyi ifade ettiklerini anlasınlar diye ayırır.” Annenin, kadının kıymeti de ancak ortadan kaybolduğunda anlaşılır. Her şeyi vaktinde değerlendirmek lazım gelir. Hayat yaşanması gerekenleri sonraya bırakmaz; planları bekletmez; ertelemez; akıp giden çaydaki su gibidir. Suyu dinleyin, ona karışın. Hayatın sonraları hiç sevmediğini, Heraklitos’un dediği gibi, “aynı suda iki kere yıkanılmayacağını” unutmayın. Ailenizin kıymetini bilin, birbirinizi sevin, sayın. Yaşarken sevginize sağır, yüreklere ağır olmayın. Olmayın ki ne ömürlere ne gönüllere yük olun.
Mark Twain’in dediği gibi; “Hayat öyle kısa ki tartışmalara, özür dilemelere, kıskançlıklara, hesap sormalara zaman yok. Sadece sevmek için bir an var” O an da bu an. Sevgiyle kalın

ähnliche Artikel

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert

Lesen Sie auch
Schließen