YAZARLAR

Kafanı Miden İçin Değil, Ruhun İçin Doldur!

Zaman içinde bizlere öğretilen belirli bir başarı algısı oluştu. Anne ve babalarımızın „okuyun, memur olun“ tavsiyelerini de şekillendiren bu algıdır aslına bakarsanız. Okula gitmek, iyi bir performans sergilemek, güzel bir meslek edinmek ve para kazanmak. Hayatımızı idame ettirebilmek için genelde maneviyattan çok maddiyata dayalı olan bu adımlarla ilerleriz. Okulunu bitirmiş, diplomasını eline almış, işinden evine gelen kendi halinde insanlar genelde başarılı olarak nitelendirilebilirler. Fakat bu algıyı yaşayanların ve yaşatanların unuttukları birşey var: İnsanı olduğu kişi yapan diplomaları değil, gördükleri, duydukları, okudukları, bu bilgileri kendi içinde nasıl anlamlandırdığı, nasıl yaşadığı ve dışarı nasıl yansıttığıdır. Asıl mesele diplomayı aldıktan sonra başlar. Asıl başarı diplomayı aldıktan sonra hedeflenmelidir. Aslında başarı diplomadan bağımsız bir şeydir. En başta bahsettiğim klasik başarı algısına göre yaşıyorsanız şunu unutmayın: „Baktığınız tek ayna başkasının aynası ise orada bir şeyler mutlaka yanlış gidiyordur“ (İbrahim Kalın).

Toplumda kendine başkasının aynasından bakan birçok insan mevcut. Alıştığımız algıların dışına çıkıp, kendi değerlerimizi bilip, kendi duruşumuzu sergilemeliyiz. Asıl mesele diplomayı aldıktan sonra başlıyor dedik. Okulda öğrendiğimiz bilgilerin üzerine kattığımız bilgiler ve bu bilgileri toplum içinde nasıl kullanacağımız bizleri biz yapar. Bir eğitimci üniversite öğrenimi sırasında Piaget, Kant, Rousseau gibi düşünürleri mutlaka öğrenir. Fakat Comenius, Ömer Hayyam, Farabi, Biruni, Hasan Ali Yücel gibi farklı zamanların önemli isimlerini de okuyarak öğrenmek gerekir. Etrafımızda bilgiyi ders kitaplarından ibaret zanneden, dünya klasiklerinden veya çağdaş Türk klasiklerinden bihaber olan, kitap okumayan, önemli düşünürleri, bilim insanlarını tanımayan üniversite mezunları çoğalıyor.

Toplumumuzda sadece diplomaya odaklanmış, diploma sahibi olduktan sonra kişisel gelişimini tamamlayacağına inanan, okumayan, düşünmeyen, sorgulamayan ve yorumlamayan gençler mevcut. Dünyada olup bitenleri, siyasi ve toplumsal gelişmeleri takip ve analiz etmezsek, kendi değerlerimize, konuştuğumuz dil(ler)e önem vermezsek, bir sonraki kuşağa ne aktarabileceğiz? Genel kültürümüzü geliştirmediğimiz taktirde kültürel miraslarımızı nasıl paylaşacağız? Paylaşamadığımız miraslarımız nasıl zenginleşecek? Konfüçyüs şöyle demiştir: Öğrenen ama düşünmeyen kaybolur. Düşünen ama öğrenmeyen büyük tehlike altındadır.” Öğrenelim, öğrendiklerimiz, duyduklarımız üzerine düşünelim. Düşünelim, düşündüklerimizi yeni bilgilerle dolduralım, eksiklerimizi tamamlayalım. Eksiklerimiz tamamlandıkça, ruhumuz tamamlansın, kendini bulsun!

Osmanlı tarihinin en önemli isimlerinden „Çağ açıp çağ kapatan hükümdar” diye anılan Fatih Sultan Mehmet Han 21 yaşında İstanbul’u fethetti. Fatih Sultan Mehmet sadece bir padişah mıydı? Hayır. Fatih Sultan Mehmet adeta bir bilgeydi. Yunanca, Arapça, Latince, Farsça, İbranice’yi ana dili gibi konuşurdu. Rumca ve Sırpça da bildiği düşünülüyor. Sanata çok düşkündü ve şiir ile iç içeydi. Astroloji, geometri, matematik, felsefe gibi dallara meraklıydı ve yakından ilgilenirdi. Zaman ve şartlar aynı olmasa da, bizler için büyük bir örnek olduğuna inanırım.

„Oku“ diye indirilen bir emir var. Fakat görünen o ki, biz bu emri çok farklı algıladık. İki günü eşit olan, ziyandadır” buyuruyor Hz. Peygamber (sav.). Yani her gün ilerlemeyen, kendine bir şeyler katmayan, yeni bir şeyler öğrenme derdine düşmeyen zarar eder demek istiyor. „Asıl mesele bir derdimizin olmasıdır“ diyor Rasim Özdenören. İnsanın bir derdi olmadan, ekseriyetle aynı döngünün içinde gidip gelerek bir ömür nasıl tüketilir? Kullandığımız dile önem vermek bile aslında bir dert göstergesidir. Örneğin birçoğumuz anadilimizi bildiğimizi zannediyoruz, ancak dili bilmek ve dile hâkim olmak farklı şeylerdir. Dile değer vermek gerekir çünkü „Kelimeler bir medeniyetin şifreleridir“ diyor İbrahim Kalın bir söyleşisinde.

Nereden geldiğini ve nereye gittiğini bilerek geçirilmelidir bir ömür. Yani tarihi, kültürü, dili, sanatı bilip, kendine bir pay çıkarıp, bir duruş sergileyip, buna göre kendimize bir hayat amacı belirlemeli, ve bir kimlik oluşturmalıyız. Bir duruşunuz yoksa, kimliğiniz de yoktur.

Kelimelerimi bir yerde denk geldiğim şu sözler ile sonlandırmak isterim. „Kafanı miden için doldurmayacaksın. Kafanı miden için doldurursan, okumuş eşekler çıkar ortaya. Kafanı ruhun için dolduracaksın!“

 

ähnliche Artikel

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert